Akşam uzun bir rüya gördüm, garip, sanki kutulardan odaları odaların içinde kutulardan koltukları dolapları olan Tim Burton evi. Dedem dayım ananem ömer teyzem zühat herkes o evdeydi. Annemi yanıma çektim şimdi konuş işte, şimdi bak dedem tekrar yaşarken benle babamla evle ilgileneceğine dedemle konuş otur onunla içki iç dedim. Bakıştık. Dedem kutudan yapılmış bir tiyatro sahnesinin içinden bize komiklik yaparken perdeler arasında sıkışıyor...gülüyoruz. Bu satırları yazarken sanki geri çekilen dalga gibi rüya eriyor beynimden çok daha uzun gördüğüm şeyleri hatırlamamaya başlıyorum. Bir film olsaydı, bir adam, sevdiğini rüyalarına çağırıp geceleri buluşsaydı. Gündüz rüyaya hazırlık, büyük bir heyecanla rüyasına yatsaydı her akşam. Gece üstüne gece, zamnala gündüzü de rüya gibi yaşamaya başlayan bir adam. Kahveyi koymak için mutfağa gittiğimde ne bu satırları yazmak ne rüya aklımdayen gene oldu. Telefonu aldım elime, ananemi bir aramak için, sonra yerine koydum.
Sunday, October 14, 2012
Wednesday, May 16, 2012
Sunday, May 15, 2011
Bir ev bi bahce bir kapi onunden gectim bugun
Bir sandalye bir masa bir cardak altinda oturdum bugun
Bir taksi bir gun batimi bir mesafe aldim bugun
Simdi gene herkes icinde yerde
Simdi gene herkes ile birlikte hangi kapidan donecegime bakiyorum
Kafam havada
Hangi kapidan gercekten gecmek istedim bilmiyorum
Simdi o pesi sira dizdigim bordo sirtli ciltlerin hangisine bakip gulecegim bilmiyorum
Tek ama tek istedigim
En dalgali denizleri gormek
En dik yokuslarda
En yesil ormanlarda kosmak
Gunes batarken yukselen aya bakmak
Kyoto'da ufacik bir otel odasinda sizip kalmak
Ah setlla maris
Ah gormek istedigim endulus
Pesinden northern lights
Gei kosup o oksuz oturdugum unveersite kampusu
Lafayette
Bir dalga carpsin suratima
Bir ruzgar tutsun sirtimdan
Gitmek hihc bu kadar ozlenir olmamis
Hic bu kadar buyumemisti
İp ustunde cambaz gibi gibi
Becermeden dusesim var asagi
Onlarca kisi uuuuhhhhh
Onlarca kisi aaaaahhhhhhhhhh
Uhhhhhh
Ahhhhhhhh
Uuuu
Aaaa
Wednesday, May 04, 2011
Saturday, March 26, 2011
Gri kutu açıldı, fotoğraflara tek tek bakıldı, tek tek tekrar bakıldı, kimisiyle konuşuldu kimisi hızlı parmak hareketleriyle kapatılıp kutuya fırlatıldı , iki üç tanesi çöpe bile atıldı.
Arka koltuk çocuğuydum , arabanın arka sağ koltuğunda oturan, sağımda solumda oyuncaklarımla ufak bir otel yaratan arka koltuk çocuğuydum. Babamamın arkasında hep abim oturur, sanki o mevki: direksiyon mevkiinden sonra gelen en önemli mevki gibi - hep o oturur - ben mızmızlanmaz, öne geçmek istemez, arka sağ koltukta kendi dünyamda yol alırdım.
Çok net hatırladığım çok uzak yolculuklar var; oyuncaklara ilgiden çok, cama kafamı yaslayıp kendi kafamda kendi yolculuğumu tek başıma yaptığım düşünmekten hiç uyuyamadığım çok uzun yolculuklar var (belki de o uyuyamamalar yıllar sonra öğlen uyuyamamalarım gölgede uyuyamamalarım sıkıcı bir filmde uyuyamamalarım gibi binbir formda ve kıyafette yorgunluk olarak geri döndüler, dönüyorlar)
Bazen saniyelerce bizle pararalel uçan bir kuş seçer, bazen savruk bir taş gibi savrulan bir karga seçer bazen o bozkır yollarda tek başına duran bir ağaç seçer bazen yandaki arabanın tekerleğini seçer kendi yolculuğumda kendi istediklerimi yanıma alırdım.
Annemin torbadan çıkardığı soğuk salatalıklar, meysu'lar, bitmek tükenmek bilmeyen çiş molaları, yemek molaları, su molaları, aaaa şuranın güzelliğine bak molalarından nefret eder bir an evvel arabada kendi yolculuğuma dönmek ister, o çoook uzun gelen kısa Bayramoğlu yollarında sanki bir evvelki yolculuğumun durağıymış da konuşmuşuz tanışmışız da şimdi yanında öyle sessiz sedasız geçemem ile selamladığım tanıdık binalar, boş kamyon römorkları, bazen bir tepe bazen gene bir ağaç, hatta bazen gene bir evvelki yolculuktan kalma bir kuş, birbirimizle konuşur selam dururduk.
Babam hep nasıl iyi araba kullandığını hatırlatır annem devamlı yemekten bahseder, her 100 metrede bir babama yavaş ilhan bak kamyon bak tır bak hava bak bulut der babam anneme sinirlenir abim anneme güler ben kendi sessizliğimde arabama kimseyi almaz yoluma devam ederdim.
1996, o meşhur Chicago-Lafayette otobüs seyahati...55 dakika saçımı camdan ayırmamış karanlıkta yol arkadaşlarımı fazla seçemediğimden parlak yıldızı seçmiş ve evet tam 55 dakika kendisiyle konuşmuş, o bana çok mu çok meşhur o buz o soğuk o yalnız o perişan gecede o koltukta o yol boyunca gözümü ayırmamıştım.
Bu sabah gene koşarken bin ağaç içinde avuç içi kalabalık ile
Bugün gene Vespa'mın üzerinde koskocaman kalabalığa dalarken
Şimdi ofiste duvarları koltukları rafları yerleri bir dünyala kaplanmış odamda
gene o arka koltuk gibi esasında tek başımayım.
hep tek başımayım. en artık değilsin dediğim anlarda bile tek başımayım.
ve tek başıma kaldığımı anladığım an, içimi kaplayan korku, yalnızlık korkusu ile ara sıra karışsa da; en dikkatli bakıldığında tek başına duran bir harf gibi sakin ve sessiz bir duruş içersinde o korku , bir an ile birleştiğinde, o anı yok edip, benim saniye sessiz kalamayan beynimin günümün gecemin içinde siyah bir zeytin gibi herşeyin başladığı anı bana sunuyor.
Bazen alıyorum , bazen almak istesem de alamıyorum, vücudumun (hep şu ruhun vücud ile karıştırılması ne büyük haksızlık kendisine) evet vücudumun titremesi terlemesi kulaklarımın tıkanması yutkunamamam parçalamak istediğim tshirtlerim ve ah sevgili sol kol sol parmaklar var mısınız yokmusunuz uzuvlar, işte orada öyle şeffaf birbirine dolanmış misinaların tam ortasında o simsiyah zeytin gibi bana bakan o anı tutup çekmeme engel oluyor oluyorlar saldırıyorlar beynime dolanıyorlar, dayanamıyorum çıldıracak gibi beynim karışıyor aklım duruyor paralize, ampute, ne dersen de bir fetus gibi, lucid rüyalar gibi, tramplenden atlarken ki iç çekilmesi gibi düşen asansörün içindeki ben gibi....
toplamaya başlıyorum
herşeyi, heryeri çekmeceleri kağıtları silgi çöplerini kahve makinasını şişeleri bulaşıkları arabayı vespayı sağımda solumda herşeyi toplamaya başlıyorum
herşeyi topluyorum.
Herşeyi.
-----------------------------
"I'm done with the office
I'm done with the office
I'm done with the office
Hello, forest"
ursr
Friday, February 18, 2011
iki taş üstünden koştum, bir kaldırım kenarından koştum, bazen bir çizgi seçtim içinden çıkmadan koştum, kuruçeşme'de koştum, sarayburnu'nda koştum, ortaköy, arnavutköy, karaköy, erenköy, kadıköy, yeniköy'de koştum, tel aviv, prater, hong kong, philly, lafayette, antalya, haliç, riva'da koştum...
yalnız koştum, dostla koştum, çok yalnız koştum çok kalabalık koştum
babama koştum anama koştum dedeme nezihme liseye mettalica konserine uzağa yakına sapsarı saçlarıma yalanlara dolanlara kendirkandırlara , en safa hayallere gözü yaşlı koştum , gülerken koştum , aksi koştum
sabah koştum akşam koştum öğlen ikindi o bahar bu bahar bu yaz bu soğuk bu kar bu yağmur bu çamur bu tepe bu yol bu asfalt bu ağaç bu boğaz bu istanbul ah istanbul kaç istanbul koştum
DR: Seni bulduğumuzda yerdeydin, bir ağacın dibinde elin yerdeki otlara sımsıkı tutunmuştu, zor ayırdık, kalbin atıyor ama atmıyor gibiydi, hemen bir araba çağırdık, arabaya bindin, yola koyulduğumuzda ağzında ilk "sesi biraz daha açın" çıktı, sonra gene bayıldın
Midem bulandı koştum, achilles vurdu koştum, dizim kitlendi , kalbim tekledi, bazen hakikaten tekledi, kolum tutuldu, beynim de tutuldu, dudağım kurudu, memek koptu, parmağım koptu koştum, kemiklerim acıdı, kaslarım gerildi gerildi gerildi, ellerim terledi koştum
taksinin peşinden, otobüsün dibinden, arabanın dikizinden koştum , beyaz çizgilerden mavi çizgilerden koştum, bazen bir köşe döndüm durdum, bazen bir köpek gördüm hızlandım, bazen karanlık gökyüzü, bazen aydınlık bir yıldız bazen bembeyaz bir astronot ile koştum, bazen iki durdum bir koştum bazen hiç durmadan koşup durdum
DR: Hastaneye geldik, uyandın, su içtin, cebinden bir mektup çıkardın , terinden adres okunamaz haldeydi, elime sıkıştırdın , lütfen dedin, lütfen unutma dedin, bir avlu istedin, cama dayadın anlını, odadan çıktık, döndüğümüzde yoktun
Tek tük koşular var, hani 10000 km koştuysam belki 5 km'si belki 10 km'si, o yatakta uyumadan evvel beceremediğim - başarısız düşünmedüşünmedüşünme seanslarının - en güzelleri
ne sağım ne solum ne oram ne buram ne saniye ne dakika öyle koştuğum sadece koştuğum en sessiz en ama en düşüncesiz saniye bir düşüncenin gelmediği hissetmediğim kilometreler var
ben o an nerdeydim ?
ben hakikaten o anlar neredeyim...
Monday, February 14, 2011
Sunday, February 06, 2011
Geçen hafta Bodrum'daydı bu resim.
babam taşıtmadı, haftaya ben getiririm deyip getirdi.
Dün beraber resme bakarken "iyi güzel alıyorsun da hikayesini biliyor musun bu resmin" deyince anlatmaya başladı:
Amcası Kore'ye gitmiş, savaşırken vurulmuş, babamın amcası.
Gazi olup geri dönmüş.
Dönerken babama bu gömleği getirmiş.
Babam bıçkın, 1952, yani 17, Arnavutköy delikanlısı, vapura mayo ile biner en üstünden boğaza atlarmış.
Gömleğin üzerinde Marilyn Monroe'lar Greta Garbo'lar...
Babam giymiş , saçları jölelemiş, doğru Arnavutköy meydanına, kızlara gömlekle hava atmaya!
Tam inerken, ara sokaktan, Dubaracı sokak, benim 3 sene oturduğum, Berber Niko'nun evinin oradan geçerken Foto Gül'den adı Sadullah:
"Hooop İlhan, bu ne yakışıklılık ya, gel bi fotoğrafını çekim senin" demiş babam da poz vermiş.
Babam 17 yaşında
Ben Arnavutköy'e taşındığımda 28
Ben şimdi 39
Babam 76
Thursday, January 13, 2011
Kaçmış Uykular Ormanı
köşesindeyim. Köşesindeyim koskocaman bir ormanın.
içine girmeye korkuyorum.
Bütün dün geceler, bu geceler, geçmiş geceler içinde.
Girip kafamı kaldırıp sitti senedir kaçmış uykularımı tek tek göreceğim, hepsi bana kızgın suratlarla kaçırdın benibakbenidekaçırdınlarla seslenecekler.
Girmezsem orman dolmaya devam edecek.
Girersem bin gündüz uyuyacağım hepsine sarılıp.
Monday, December 06, 2010
Biliyorum ki issiz bir koyun sakin bir kosesinde annanem ile sarmas dolassin, kalbin atiyor, nezosun saclari ucusuyor
Bir bardak rakin ve az peynirin ile ucsuz bucaksiz ruhun huzur icinde nefes aliyor
Biliyorum ki koskocaman sana koskocaman bir dunyada sarmas dolassin
Seni kaybedeli tam 20 sene oldu
Canim dedem
Thursday, November 18, 2010
Tuesday, November 16, 2010
Escape
Ayaklarım üşüyor
Kalbim ufak ufak sesini belli ediyor.
Sevdiklerim... hepsinde binlerce yol uzağım.
tek istediğim bir araba bir radyo
Radyo da ne çalarsa çalsın
Yol uzak olsun
Uzak
Uzak yol
Hep, yolun kenarlarından çok, arkasına baktığım o uzak yollar
O gün batışları
O yorgun gözlerle hala bulmaya çalıştığım uzaklar
Kaç ay oldu koşmayalı?
Bir sandalye
Mutsuz bir sandalye
Saatler süren mutsuz karıncalanma
Karınca kararınca
Bir avlu bir sokak
Bir gölge
Bir ben var içimde
Aylardır sarhoş olmadı
Aylardır dans etmedi aylardır eli kolu havada haykırmadı
Ah o sonunun bittiğini bildiğimi anlar
Ah o çok mutlu hissettiğim ama hissettiğim anda son durak diye bağıran şöför gibi beynimin arkasından inen o mutlu anlar
Yerini sanki çuval çuval
üstüme yığılmış binlerce çuval kum çuval kum kum kum çuval gibi gelen kalan yorgunluk.
Kaç seneden beri yorgunum ?
hakikaten kaç seneden beri yorrgunum?
Buranın ilk yazısı ne ?
Gerçekten ne bilmiyorum ve ne kadar yorgundum bilmiyorum ama Londra'nın sokaklarından bir iki resim olduğunu biliyorum ilk düşümlerde ve o sokaklarda yürüyen benin ben olmadığını da çok iyi biliyorum.
Bir yazı okudum 14 sene evvelinden bu akşamüstü, ve hala aklım şaşırmış 14 sene sonra aynı ben ile aynı yazıyı okuduğum aklım şaşırmış duruyorum.
In the deepest ocean
The bottom of the sea
Your eyes
They turn me
Why should i stay here?
Why should i stay?
I'd be crazy not to follow
Follow where you lead
Your eyes
They turn me
Turn me on to phantoms
I follow to the edge of the earth
And fall off
Yeah, everybody leaves
If they get the chance
And this is my chance
I get eaten by the worms
And weird fishes
Picked over by the worms
And weird fishes
Weird fishes
Weird fishes
I hit the bottom
Hit the bottom and escape
I hit the bottom
Hit the bottom to escape
Escape
Saw you crashing round the bay
Never seen you act so shallow
Or look so brown
Remember all the things you'd say
How your promises rang hollow
As you threw me to the ground
And if you're ever around
In the backstreets or the alleys of this town
Be sure to come around
I'll be wallowing in pity
And wearing a frown
Like Pierrot the Clown
When I dream I dream of your lips
When I dream I dream of your kiss
When I dream I dream of your fists
Your fists... Your fists
Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head
p.
gençtim güzeldim yakışıklıydım serseriydim tek başımaydım çok başımaydım acı içindeydim keyif içindeydim gençtim ama kafam bin dünya bir orada bir burada bir zaman içinde dolaşıp bir zaman içinde kaybolup kendimi bulup kafamı hoperlörlere sokup votkadan çıkarıp sokaklarda ağlayıp sokaklarda yatıp ekmek çalıp peynir çalıp okul kırıp yalan söyleyip kalp kırıp kalp çalıp bir orada bir burada yumruk havada
"arkana yaslan, kuyuda paslan"
Tek başına bir izmir deplasmanı, tanımadıklarım arasında GS maçı.
Çak bana çak
Çak bana cak,
bir duble rakı cak!
Buz istemez, su istemez,
Aşka pansuman yetmez.
Çak bana çak!
Bir duble rakı çak!
Orhan
14/05/2003
Viyana
12 06 1996
Bir gün gelecek tüm denizler benim olacak ve üstündeki adalarda. Hepsinde benim bayragim asili olacak, hepsinde benim insanlarim calisacak. Kosuyorum ileriye hic yorulmadan, bakmayin siz görüntüme , onlar sadece acilarimin disariya vurmasi ama sirtima bir kirbac gibi inip beni daha fazla hirslandiriyorlar.
Biktim artik yapmacikliklardan, tüm yalanlardan, ve tüm sahtekarliklardan. Artik hep ben, ben, ben olacak. Beatleri kalbimde ve beynimde hissediyorum.
-----------
viyana'da yazmışım 14 sene evvel.
14 sene sonra viyana'da ben ben olarak yürürken, döndüğümde gene ben ben değilim.
Karanligin İcinden Gecerken
Sabahin 04:30’u.
Penceremden disariya bakiyorum.
Kollarim acimasin diye solmus bordo rengindeki yastigi pervaza koyaraktan birakiyorum kendimi İstanbul’u dinlemeye.
Uykum aciliyor yavas yavas, üstüm çıplak, sıcagin icinden esen rüzgar yetiyor ayakta dusune durmaya. Tek tük, isigi acik evlerden baska, ana sokaklari aydinlatan lambalar cizgileri olusturmus, damlarin kenarina kadar yansimayi yapip sonra eriyip gidiyorlar pesi sira evlerin catilarinda. Saat kac olursa olsun eko yapan, bi uzaktan bi yakindan duyulan, bazen topluca bazen tek basina havlayan köpeklerin hepsini bi anda susturabilirseniz sabredip; ve ayni anda sokaklarda cop kamyonu yoksa, herhangi bir taksi asfalti konusturmuyorsa iste o muhtesem sessizligin icinde duyabilirsiniz o sesi.
O , karanligin icinden gecen, yükü gibi agir sirlariyla yavas yavas ilerleyen; o bogazin sularini; dümdüz olmus carsaf gibi sularini kesip giden siyah karanlik gemilerin seslerini; sileplerin o muhtesem, motor dairesinden cikan piston, cark, ocak, boru, motor her neyin karisimi ise o agir kütle seslerini duyabilirsiniz.
Geceleri o sesi duyabilmek icin baka baka Ege’ye dogru giden her gemide yesil bir isigin; Kardeniz’e giden her gemide de kirmizi bir isigin oldugunu farkettim. Karsisindakine “senin gectigin yollari simdi bak ben geciyorum” gibi ta uzaktan farkettirecek bir isik. Belki de o isigin altinda geminin güvertesinde sessiz İstanbul’a bakip sarma sigarasini tüttüren yabanci... limanda belki bir gün konaklasa Taksim’de yururken tanisacagi uzun etekli cingene gorunumlu kadina belki asik olabilecek; sadece ceketini ve kimligini alip bu bilinmeyen sehirde belki de kacak yasayabilmek icin Kumkapi’nin karsindan kendini suya atabilecek bir insan duruyor.
Belki de günlerdir suyun ustunde olmaktan belki de gectigi her limanda nefret edip biran evvel sevgilisine kavusmak icin evine dönmeye, sigaranin izmaritinin anasini satarak suya firlatip uyumaya gidecek bir asci. Bilinmedik hayatlar bilinmedik ask oykuleri ve acilar karanligin icinden gecerken dusunduruyor beni.
Hangi liman durunca bu hayattan kacarak uzaklasicaklari liman?
Makine dairesinde calisan ustu basi sicaktan yapis yapis olmus hicbir limani görmeden asagida karanlik sularin altinda karanlik camsiz dairenin icerisinde geciren adamin belki de benimle konusacak ne cok seyi vardir, durup anlatsa evindeki anasini babasini abisini özledigini. O artik her sayfasi kopmak üzere olan dergiye bakarak cektigi otuzbirler belki de yukari cikip ictigi soguk buz gibi votkanin tadi gibi eksimis, belki de günde sadece 5 sayfa okuyabildigi romani gibi zevksizlesmis; o da görmedigi limanlarin belasini vererek kisa ama tatli gelen uykusuna daliyor.
Dusunuyorum; hayatlari, o geminin üstünde, sikistirilmis konserve hayatlari sevgilisinden uzak yatagindan uzak o hayatlari.
Kömürün, yagin, sesin icerisinde; ya da yukarida yudumladigi votkasinin tadiyla gelip gecen hayatlari dusunuyorum. Hicbir zaman tanisamayacagim; hicbir zaman duyamayacagim kahramanlari, asklari; kavgalari dinleyemeyecegim dugunleri dusunuyorum.
Gelip gecen gemi yok olurken gözlerimin önünden bu sefer bir baska agir; gene o motor, cark, kazan boru, ocak sesleriyle, o karmasik kütle sesle irkiliyorum. Gene gizem dolu hayatlar gemisi gene karanligin icinden gecerken uzatiyorum kulagimi. Köpekler o sirada sessizligi bozup dalasmaya tekrar basliyorlar, pesi sira iki araba geciyor yokus asagi iskeleye dogru. Belki ekmek belki süt. Yorgun dusuyorum. Yataga atiyorum kendimi, bu sefer dusuncesiz ve yorgun. Uyuyorum.
tam iki sene sonra ve son yazının yazılmasından da neredeyse bir sene sonra oturup bugün ilk defa aylar sonra "the champion father" defterimi açtım.
İki fotoğraf çektim iki üç satır okudum ve kapadım.
Bugün babamın bana göre hayatı bırakmadığının ve bizim de ona bıraktırtmadığımızın tam 2. senesi.
Bugün bir otobüse bindim Aşiyan'a gittim.
Babamın telefonda Yaşar Kemal'in mezarını geç patikadan yukarı çık ufak bir düzlüğe geleceksin sesi peşinde, babaannemim mezarını bulmaya çalıştım, bulamadım.
4 gün içerisinde ikinci mezarlıktan çıkarken biraz üzüntülü biraz da güçlü çıktım.
Babamı ve annemi, tam beş ay olacak, görmeyeli.
Ufak bir köpek almış ?? bulmuş ??, annem köpeğin resmini gönderdi ama mms'e yenik düşmüştelefonum gösteremedi.
Sabah dayımlar gitmiş. Dayım iyiymiş.
Koskoca tarihimden bugün annem-babam-abim-dayım geriye kalanlar. Başka hiçbir şey yok. Uzaklarda bir kuzen, Ahmet kadar uzak Ahmet kadar kalp kırmış.
Babaannemin adını unutmuştum bugün. Aliye (esasında annemin Teyze'si) zannederken babam Asiye dedi.
Kulakları çok ağır duyar, kulak dibinden bağırmak gerekirdi. Ben 5 yaşımdayken gitmiş, tüm halalar-amcalar bileğindeki Trabzon bileziklerinin peşinde olduğundan ; babam annesinin cenazesini iki alt sokakta amcamın evinden çıkarken görmüş... ağlayarak eve girişini çok net hatırlayıp son dakika cenazeye yetiştiğini biliyorum. Bu 3 amcamın 2 halamın mı ne hayatımın sonuna kadar yokolmalarına neden olmuş bir vaka.
Bu yüzden babam beni bıraktığında , aynı Metin Amca'nın yüzüne bakıp Muzaffer Dedemi her gördüğümde kalbim nasıl hızlandıysa, kimin yüzüne bakacağım, bilmiyorum.
Şimdilik dakikalık telefonlarla anne babaya, yere bakmalı hararetli abi konuşmalarıyla geçip gidiyor aylar.
Sunday, October 31, 2010
Dedem Hakkında Bir Yazı
Dayımla ilk konuşmalar içinde en korkakarak soracağım soruyu sormadan evvel bilmediğim şeyler anlatmasını istemiştim.
Dedem çok zor yaşamış.
Gümrük işinde çalışmış.
Sepet işinde çalışmış (Hatırlarım gözlerimin önünde nasıl bir sepeti ustaca katladığını yarattığını, yüksek kaldırımdan plakaları alır elleriyle sepeti işlerdi. Paşabahçe'de satılırdı). Bir ara taaa bafa gölünden kerevit getirtir Paris'e satarmış.
Yakasını hiç bağlayamamış doğru dürüst. Dayım 7 annem 12 yaşındayken eminönünden sağdan soldan kullanılmış kiloluk yağ tenekelerini toplar satarmış!
Sonra bir hayaller peşinde Çerkez Şarküteri'yi Akif ile kurmuşlar işler iyi gidince de Akif dedemi satmış.
Dedem. Ananemin şeker hastalığını duyunca yıkılmış.
Nezoş, aldırış etmez dedemden gizli gizli battaniye altında supangele götürür her seferinde dedeme yakalanırmış.
Dedem.
Kocaman adam kocaman elli kocaman burunlu beyaz saçlı limon saçlı canım dedem.
Gömleklerinin kokusu hiç geçmeyecek.
P.S: 4 ay evvel aldığım bu notları sonunda kaybolacak korkusuyla oh sonunda yazdım sevinciyle buraya yazarken, kendimin kaybolacağını hiç düşünmemiştim.
Thursday, October 28, 2010
sabah 06:00
cam önü
sabah 06:30 cam önü
sabah 07:00 cafe nero
genç daha sek süt kolisini açıyor
montum sırılsıklam
ellerim buz
vespam dimdik
cafe latte
bir mail yazmaya çalışıyorum
yazamıyorum
iki gazete okuyamıyorum
ıkıncı caffe latte
trafik artıyor
dışarıya çıkamıyorum
ofis
şuursuz
beşiktaş iskele
ayaklarım sırılsıklam
cenaze
50 şemsiye rengarenk
caminin kubbesine çıkıp aşağıya deklanşörü fırlatmak istiyorum
yapamıyorum
yağmur artıyor
imamı beklemeden sokaktayım
yürüyorum
ayaklarım sırılsıklam
vapur
iki bardak çay
bir halat
yüzüme kopmasın diye sırtımı dönüyorum
vespam orada beni bekliyor
ayaklarım sırılsıklam
donuyorum
ne zaman üşümeye kendimi bıraktım en son bilmiyorum
en son ne zaman koştum bilmiyorum
kasım şimdi
kasım şimdi burada hayatımın en korkak en titrek ayı
belki de en korkak ben ayın hiçbir suçu yok
yüzbin kere kendime söylerken suratıma çarpan yağmurdan korkma diye
hep gözler kımkısık
alın çatık
bi dur bi söylediğini düşün yok
gözler hep kımkısık
alın hep çatık
annemle 1 saat telefonda bugün
ben ağlıyorum o ağlıyor
sus allah aşkına be anne
hangi resiminde güldüğünü gördüm diyip
derken buz gibi kesilip cevabını bekliyorum
susuyor
sarılmak istiyorum
o orada ben burada
dolmuştayım
kafam cama yapışmış
minik bir kulaklıkta
ananın sesine tutunuyorum
sen mutlu ol hep
sen niye mutlu değildin be anam
susuyor
hayvan gibi ağlıyorum ama duymuyor
caminin önü iniyorum
10 kasım yakın
topu topu 4 kisi
ben sen o
sanki duymuş gibi dayım arıyor
konuşamıyorum
babam bodruma inmiş gene
kimbilirniye
abim cihanla
bi saniye susun
beni duyun
mumların sönerkenki kokusunu duyun !
koskocaman bir el var
tek doğruyu söyleyen
Monday, October 11, 2010
A blank, my lord. She never told her love,
But let concealment, like a worm i' the bud,
Feed on her damask cheek: she pined in thought,
And with a green and yellow melancholy
She sat like patience on a monument,
Smiling at grief. Was not this love indeed?
We men may say more, swear more: but indeed
Our shows are more than will; for still we prove
Much in our vows, but little in our love.
SCENE IV. DUKE ORSIN by viola
3 aylar
Ekim bitmek üzere
Korkunç Kasım yaklaşıyor.
Son 7 seneyi hatırlıyorum
Son yedi tane Kasım'ı çok net hatırlıyorum.
Geriye dönüp tüm Kasım'ları bulacağım.
Hepsi mi hakikaten böyle korkutucuydu yok hatırladıklarımdan mı ibaret olay.
Ekim bugün bitti.
Her ay geldi derken ilk on gün içerisinde bitiyor.
21 Kasım'da Riva 10K gördüm bugün.
Bir arkadaşım ananesini kaybediyor ?
Üzülecek misin benim kadar diyince?
Ben senin kadar duygusal mıyım acaba bilmiyorum henüz dedi?
Tuhaf düşler görüyorum, uyurken değil uyanıkken, kumsalın üstüne kuşlar inip inip öbekler halinde duruyorlar, güneş kırmızıdan siyaha dönüyor, bir dal kopuyor, kıpkırmızı bir hayalete dönüşüyor.
Aralık...Kusmuk Aralık.
Dedem aralık ananem mayıs
insan ayını belirleyebilse ufak bir pazarlıkla
hani son bi mayıs daha dur ne olur son bi mayıs şunun şurasında haziran'a ne kaldı gibilerinden. Kasım'ı seçerdim.