Öyle böyle değil ben kadar gerçek bir dolunay tam Kuzguncuk’un üstünde, içim kadar turuncu, tupturuncu yükseliyor, yükselirken beyazlaşıyorum. Dolunay, döndür dolaştır beni dolunay. Nasıl ufak olduğumuzu en iyi anlatan dolunay, döndüğümüzü, hiçliğimizi bize sunan dolunay. Bir yandan ayaklarım üşüyor. İçimi... kestiremiyorum. Uzun zaman sonra Bebek Ortaköy hattını tekrar koştum. Herşey aynıydı, herşey. Oltasıyla deniz atı yakalayan teyze dahi...Kuruçeşme’de, koşarken gördüm onu, duramadım. Dönerken görürsem söz sorcağım sözümde, durdum. “Yazamıyorum, bu koskoca hayat daha da ağır şimdi, yazamıyorum”. “Belki de yazmamalısın, zorlamamalısın” dedi. “Olur böyle zamanlar bana da olur üstüne gitme” derken gözleri ela yeşili, sesi sanki zambaklar dolu bi bahçede yeni uyanmış şakın bir kızın sesi gibiydi, sessiz ve sakin ama endişeli de. Benden mi korktu acaba? bilemedim. Mücadelesinde sabır diledim, koşarak uzaklaştım. Bebek’e geldim, o bank hala yerindeydi aynı ben gibi. Bi sigara kaç nefeste biter hiç saymadım? Bi sevgili kaçında tükenir onu da...
Nil yeşili sedirin üstünde ayaklarım üşüyor, noktalar sonrası, Arnavutköy’e bakıyorum. Ahh babamcığım, nasılda küçüktüm büyüdüm klişelerin yücesi oldum, nasılda seninle dost olamadığıma yanıp yanıp duruyorum, hala yanına gelemiyorum, atamıyorum o engeli ama çok ta ağır artık. Sensin bu semt, senin gibi geldim kopamıyorum. (Arkada without you I’m nothing başladı, şarap tükeniyor, küllük hüzün dolu). Sanki....ah şu sankiler, bitmek tükenmek bilmeyen sankiler, belkiler, amalar, lakinler...edatlar mı zamirler mi acaba beni kovalayıp duran yoksa şu sıfatlar mı yakamı bırakmayan? Bilmiyorum ama yazıyorum. Uzun bi süre sonra, ela yeşili gözlerinden, sarı bukle olmuş uçuşan saçlarından yola çıkıp yazıyorum tekrar...