Dün gece. Annemlerde, ananemin odasında çekmecesini karıştırırken bir kaset buldum 60’lık. Üzerinde Nezihe ve Muzaffer yazıyordu. Ne bu dedim, beraber okuduğumuz şarkılar dedi, alıyorum dedim, aldım, arabama bindim, kaset çalar var. Koymak istedim, koyamadım.
Hayatımda hiçbirşeyi dedimi özlediğim kadar özlemedim. Dedemdir bana tüneli-vapuru-karaköyü-kadiköyü-istiklali tanıtan. Dedemdir bana ilk beyefendi duruşu tanıştıran.
Ananeme uzun zamandır sormak istediğim bu resmin zamanını ve nedenini sordum...Ya 1968 ya da 1970. Dedem Veysel Sait Akbaşoğlu diye bir adamın firmasında güneydoğu sokaklarının ışıklandırılma projelerinde çalışıyormuş. Bu resim de muhtemel Urfa, Diyarbakır dönüşlerinden bir tanesini...
Kim çekmiş? Niye çekmiş?
“Geçen yılbaşında, çok zorda olsa yazahanenin camının gözüktüğü avluya kadar gidebildim. Hep bembeyaz saçlarının gözüktügü cama, tüm gerçekleri, olmuş olanları, o cehennem günü kabullenmeyip seni orada bulucagıma inanaraktan baktım. Sende orada olmalıydın ve neden olmadıgına bir türlü anlam veremiyordum. Bir iki güvercinin uğultusuyla kendime gelip geri döndüm. Tekrar, nereden bulduğumu anlayamadığım cesaret ile röntgen odasına girip röntgenci Satık ile sarılp hal hatır sorduk. Ne güzel çay demlerdi soguk günlerde sobanın üstünde. Çıkıp kendimi zar zor atıverdim Beyoglu’na. Yanımdan geçen, tramvaylara bakıp küfür edip durdum, niye bir sene evvel bitiremediler şu Allahın cezası şeyi diye...Seninle çamurların üstünden atlayacağımıza beraber binerdik tramvaylara...” Sessiz Viyana gecelerinden , 14 Haziran 1996