Saturday, September 22, 2007
i let fall flowers of blood
Thursday, September 20, 2007
Keyless Man
Fed faizleri 50 puan indirdiği günün ertesi:
"Nasıl üstüste birbirini ezerek, personele bağırarak hisse alıyorlardı bi görsen...Orhanım hayvanlar yanıbaşımda inanılmaz rakamlar telafuz ettiler ve maalesef servetlerine servet kattılar, metroyla eve dönerken insanlara baktım, o paraların milyonda biri için hayat kavgası veriyorlar, üzüldüm, öyle işte..."
19 Eylül 2007
Friday, September 07, 2007
1996 mı ? şimdi mi? o mu ben mi ? ben mi ?
Her saniye düsünüyorum hemde o kadar cok düsünüyorum ki sonunda düsünmüs olduklarImI düsününce kafayI yedigime inanIyorum. Isin kötüsü düsündüklerimin sacma oldugunu bile bile inamaya alIstIrmam kendimi. Küçükken gözlerimi kapatIp hiç bir sey aklIma getirmeden beynimi dinlendirirdim. Acaba kaç dakika hiç bir sey düsünmeden durabilecegim diye dakika tutardIm. Simdi degil bir dakika bir saniye bile imkansIz. Bazen burada ne isim var diye kendime soruyorum. Dün aksam Viyana sokaklarInda dolasIrken „gerçekten ne yapiyorum ben burada“ diye defalarca kendime sorup durdum. Hele hele ilk aksam gittigim clubdaki anlatamadIgIm o belirsiz duygular... Bir yandan sahnedeki çIplak vücutlarIn sIcak danslarIna bakIp sasIrIrken bir yandan da arkamI dönüp sahneyi aydInlatan IsIgIn altInda karanlIgIn içinde kIpkIrmIzI yanan Coca-Cola amblemine bakIp afallasIyordum. Sanki „ben artIk senin kaderinim “ veya „kurtulus, burada bu sehirde“ dermiscesine duruyordu orada reklam. Her aksam Lafayette sessizligini anlatan odamda 32 kanalla vakit geciriyorum. Hele hele dün aksam kuru havada ortaya çIkan dolun ay beni gene o soguk sokakta, o soguk merdivenin üzerinde oturup bahçelerinde kIrIk bisikletler olan siyahilerin evlerine bakIp acIlarImI içime çektigim güne götürdü. O günde ay çok parlakti ama hep umut doluydu; simdi ise soguk bir IsIk kadar itici. Bir tatile ihtiyacIm var ama dinlenmek veya denize girmek için falan degil. Ruhumla basbasa kalabilmek icin. ArtIk ruhum da bana küstü. Neden artIk hep mutsuzum? Ve bu ne kadar böyle devam edecek? Yoksa, hep o filmlerde görüpte özendigim los IsIklI, çok bilmis barmenli, sadece burbon içilen barlara gidip saatlerce barmenle konusan beyaz saçlI, anIlarI ve acIlarI ile yasayan evliyalara mI benzeyecegim. Belkide cok cabuk evlenip iki üç çocuk üretip aile hayatIna kaçmak kurtulusum olur. Hani derler ya çocuk insanIn herseyidir diye. Iste, iki oglum olursa hayatImIda onlara adarsam belki biraz anlamlasIr bu mutsuz hayatIm, belki acIlarIm azalIr veya azalmazda ogullarImIn sevgisi örter üstlerini...Canim babacIgIm...NasIl hosuna gitmis yolladIgIm fax. „çok güzel bir fax çekmissin“ dedi. Nesi güzeldi ki iki satIrlIk faxIn. Telefon numaramdan baska bir sey yazmIyordu. Ne kadar mutlu kimbilir? NasIl böbürlenerek anlatIyordur kimbilir? CanIm annem...NasIl heyecanlI buradayIm diye. NasIl dün aksam gizli gizli aradIgInda hala saglIgImI soruyor. Günler çok çabuk geciyor. Mezuniyete çok az kaldI...Acaba ne olucak sonrasI? Sadece tek bir sey söylemek istiyorum satIrlarImIn sonuna yaklasIrken. Bazen ellerime bile bakmam yeterli oluyor acIlarImI görebilmek için. Sanki, saatlerdir agIr yük kaldIrmIsIm gibi hep çok yorgun ve ihtiyar ellerim... 5 Haziran 1996 Viyana
Başladı
Her sonbaharı kalpten beklediğim bir dost vardı yolda kaybettiğim. Hayatın, “hep dik durmalısın bu yolda, duramazsan da sökerim senden” dediği bir yolda şimdi sökülüp siktirip gitmiş, bir dost vardı kalpten sonbaharı beklediğimiz karşıladığımız. (Ki bu dik durmalısın yolunda, yoldan çıkaran kenar taşların otların bokların püsürlerin feminen ruhuna ne demeli !) Caddebostan sahil çamurken o çamurun içinde radyonun yeşil ışığında ( http://www.channel4.com/4car/media/100-greatest/03-large/41-ford-escort.jpg işte aynen bu Ford Escort dayının arabasının içinde hatta resimdeki bile ben ) yağmuru beklerdik. Donardık yürürdük ağlardık tokatlanırdık. Suratımıza çarpsın diye camı açardık, koltuklar batsın diye, yetmezdi dışarı çıkar ıslanırdık. Eve döner camın dibindeki yatağımda dışardaki malta eriği ağacının kalın yapraklarını seyreder, sen ne kadar kalın ve ağır olursan ol, elbet sen de teslim olacaksın diye tek tek çarpan sonra o yaprağın üzerinde biriken boyunbüktürenleri seyrederdim boynum bükük sarkmış, yatağınkenarındabuzlubir bardağa uzanmış.
Ortagenç yaşta mıyım yoksa gençorta yaşta mıyım bilemiyorum. Kesin olan sanki olduğum yerde olgunluğun artık sona erdiği. Belki de olgunluk pes etti benden, sana zaten hiç gelemeyeceğim diye, belki de terk edildim aldığım kadarıyla.
Hani ince sesli kadınlar vardır çetin mi çetin, köşeli mi köşeli, çakıl taşı kadınlar ama birazcık üzerilerine gittin mi zırlayan, sanki kumdan.... sanki yaprakların hepsi bu zırlak kadınlar gibi duruyor sallanıyor kimisi renk değiştirmiş zırlamaya başlamış bırakmak üzere kendini.
Ve bir de mevsim göremeyen denizciler var, yapraklarını dalgalarda bulan, ufacık bir odada 6 ay hep aynı dergi ile masturbasyon iştigal.