"babamın ölüm yıldönümü" yazdı annem bugün MSN'de
sanki böyle bir pazarda hatırlamam gereken birşeymiş gibi geldi yazınca.
Bir şans verilseydi dedemle röportaj yapmak isterdim.
Benim için Kent Dükü'nden farkı olmayan duruşunun arkasında acaba farklı bir insan saklı mıydı bilmek isterdim.
Kaybettiğimde 18 yaşımda ve esaında bir sürü soruyu da sorabilecek yaştaydım.
Ali'ye söylemiştim ilk. Halı sahaya yürüyerek gitmiş tellerin arkasından dostlarıma bakmış Ali tele yaklaşmış ne oldu lan demiş ben de yaşlı gözlerle dedem demiştim.
Sanki kuzey londra subörbünde çekilmiş bir sahne gibiydi.
Bir gün dedem tuvalette yere eğilmişken kıçına tekme atmıştım şaka olsun diye ve dedem sanıyorum az daha kafasını mermere vuruyordu. Hayatımın azarını işitmiş ve ceza olarak da cezaların en büyüğünü dedemin benimle konuşmamasını almıştım.
Yürürdük hep, önce pusette sonra yanyana sonra sırtta çanta dedemle yürürdük hep.
Ethemefendi caddesinin heykelli bahçesinde, tren istasyonlarında, bostancıdan suadiyeye oradan erenköye sonraları kadıköye, karaköyden tünele, asmalımescitten taksime yürürdük.
İstiklalin trafikli ve dolmuşlu günlerini hatırlarım.
Dedemle ananem yani Nezoş 31 Aralık'ta evlenmişler.
Ananemi hüzünle karşıladığım son yıllarda yani melankolinin beni yakalayıp bırakmadığı olgunluk yaşlarımda yılbaşları ananemi bi ayrı düşünür kusan eğlenen gezen kopan orhanin içinde esasında çok daha hüzünlü biri ananemi düşünürdü.
Şimdi bu yılbaşı ananesiz ve dedesiz onlar için belki de çok keyifli bir mutluluk ve sevgi ile gülümsemeyle bardağımı kaldıracağım.
Her fırsatta eski fotoğraflara bakmayı adet haline getirmeyi ağırlığının altında ezilmeden tebessümle fotoğraflarda geçmişin güzelliğini düşünmeye ve hissetmeye çalışan ben, şurayı okuyan toputopu 9-10 kişinin de (madem mahremimi biliyorsunuz) her fırsatta raflarda duran albümlerde kaybolmalarını tavsiye ediyorum.
Ama bunun en zor yanı o fotoğraflardaki anılar hep geçmiş değil. Taze olanlarda mevcut haliyle. Ve tabiki yıllar sonra dedemin fotoğraflarına mutlulukla anca şimdişimdi Nezoş'un fotoğraflarına ağlamadan ama düğüm düğüm bakarken, veya bakabilirken...
taze anılarda hızla eskimeye devam edip beni içinden çıkamayacağım bir hüzne atıveriyor.
Keşke 5 seneden eski olmayan fotoğraflara 5 sene sonra bakma mecburiyeti olsa.
İşin garibi kendime bile oha dediğim fotoğraflara yavaş yavaş zor bakmaya başlıyorum.
Fazla analitik fazla kurgucu ve detaylarda fazla takılanların hayatlarında böye bir zorluk olduğunun farkındayım.
Durmuyor ki hiç.
Ben mesela şu an dedemin bir resmine bakıp onun ipeksi saçlarını okşayıp, yanaklarını öpüp, poplin gömleklerini koklayıp sesini hiç ama hiç bir kusur eksiklik fade-away sararma solma olmadan duyabiliyor ve hissedebiliyorum.
Ah işte bu zamanlarda nasıl daha düz daha duygusuz daha ot ve daha sığır bir insan olmayı istiyorum. Ruhum belki de ne kadar daha hafif ve dinç olurdu. Olsun farkında olmadan yaşamayı belki de bu yorgunluğa veya korkuya tercih edebilirdim.
Yılın son 3 haftası. Bizim için belki de babayı bu sefer daha az korkucağımız da olsa gene bir ameliyat ihtimalinin olduğu, martı nisanı gene iple asıla asıla çekeceğim, işte mücadelinin sanki tavansız bir dünyada daha da yukarı çıktığı, Ertan'ım için oldukça kritik bir 4 ay.
Keşke bi Orhan yedek klübesinden kalkıp oyuna girse tamam değiş tokuş değil bi iki maçlığına kaslarım kemiklerim dinlenene kadar koçum bi dinlen bi dur nasılsa fikstür uzun diyecek bi yedek ben...
ya da böyle bi makin atık kafaya takacaksın içini formatlayacak dışın aynı kalacak mücadele mi o ne ki ya alırım sen ne kadar istersen dedirtecek sanki geçen sene olmamış sanki hiçbirşey hiçbir zaman olmamaış gibi br format atılacak
Hiçbirşey hiçbir zaman olmamış gibi aynı şekilde kaldığın yerden devam etmek ne şahaser olurdu.
Bugün, pardon geçen sene marttaki 20K ya hazırlanırlen sanıyorum 10 falan rahattı. Şimdi bugün:
Biraz evvel:
1,5 K zor çıktı!
ipodun en dolmuş şarkılarına sırayla basmış olsam da hadi ulan bi 3K nın lafı bile olmadı. 10 dan 7 ye 5 de 2 dakka yürüyüş ve tıpış tıpış soyunma odasına.
Sessizlik.