Monday, July 31, 2006

Motorumla güzel güzel dolaşıyordum


tshirtün icinden giren hava gogsumdeki killari oksuyorudu, bozcadaya gittim ayazmada denize girdim, bu yaz yakupta bol bol raki ictim, terlikle dolastim, ciplak koltukta uyuya kaldim, sicaktan dus aldim, ciktim bi daha aldim, dostlarla soguk biralari balkonlarda, guzel guzel avlularda ictim, kafam rahatti, hüdaverdi givi avalak bi yaz geciyordu... taa ki dune kadar. Bi anda huysuz adam oldum. Konsere cikacam cikamadim bi turlu evden, koltukta geretse saydiriyorum, butun yaz rahatca uzanmis oldugum koltuk bi anda fazla geldi, ne cok yastik vermis megerse ustunde, sinirlendim, bi tane yastigi balkona firlattim, cihanin kanadi delik desik olup delgado bindirmelere baslaynca ayaklandim, tuvaletin orada klasik gecistirme buyusunu yaptim, Depeche Mode'a girmisim, eller havada, bi anda cebim titredi...Emreden mesaj nobre diye...dagildim, ne dave i kaldi ne jesus u...eve geldim...geretse deliriyorum...uyuyamadim...devamli kafamda aydinin son saniye attigi gol gene basliyor...ruhum biricik askim kanim canim GALATASARAYIM.

Wednesday, July 26, 2006

Log 41o 03' 36.19' ' 28o 59' 19.36' '

Bu görev gitgide bilinmeyenlerin ve süprizlerin içinde zorlaşmaya başladı. Dün dünya saati ile 19:00 gibi Nebula İstiklal'e indik. Zaman ufak bi süpriz yapıp bi anda lise yıllarına geri götürdü beni. Dedemle tanıdığım İstiklal'i , tramvayları ve sokakları dolaşmaya başladık. Burger Queen'i bir avluda invisichange-Mode'a geçirip dünyaylıların Vespa'sına çevirdikten sonra sokakları yürümeye başladım. Karnım acıktı Yakup'a gittim. Bu meyhane ile neden bu kadar geç tanıştığımı sordum gene kendime. Yaprak sarma içinde sardalya yeyip, buz gibi rakılar peşi sıra geldi. Arkasından Joker diye çok güzel bi bara çıktım dar bi merdivenden.

Orada Nuri Alço ile tanıştım işte. Yemyeşil boğazı sonradan yakan kendilerine ait bi içki. Haribo gibi tadı olan oldukça fena ve leziz bi shut. 4-5 olsa ne olur bilemem. Çıkıp Galatasaray lisesinin arkasında kışlık yerinden yazlık mekanına geçen Dogz Star'a girdim. Gördüğüm en güzel barlardan bi tanesi olmuş İstanbul'da.

Oldukça yoğun olan benleri bulacağımı, sorumun cevabına yaklaşacağımı beklediğim bi gecede gene alkole yenik düştüm. Görevi erteleyip sizi de merak içinde bıraktığımı biliyorum. Endişelenmeyin. Bi sonraki durakta ışık hızı ve kütlesel sabitlik formüllleri ile birşeyler yakalayacağıma inanıyorum. Çok önemli geceyi ve nebulayı eli boş terkederken size Burger Queen'in bi süprizini bırakıyorum. Nebula'da dolaşırken kaptanınızın resmini çekmiş...

O2 Log 2

Monday, July 24, 2006

Log 38° 49' 48" - 25° 58' 12"


Ben kaptan O2, yolculuğumun ilk logu bu satırlar oluyor. Bu uzun yolculuğa çıkarken gördüğünüz gibi yanımda aldığım tek şey daha doğrusu beni yanına alan gemim Burger Queen. 7000 ışık yılı uçtuktan sonra bu hafta sonu Bozcaada'ya indik. Bozcaada, bu zorlu görev içersinde cevabı arayacağımız yıldızlardan bir tanesi. İnerinmez, Ayazma denen gezegenlerin en soğuk suyunda denize girip Talay Şarapçılığın Assos adlı bayaz şarabından öğlen içmeye başlayıp akşam Koreli'nin Yeri'nde Rakı ve Polente'de Votka ile devam edince arayışa anca cumartesi sabahı başlayabildik. Oldukça rüzgarlı olan gezegende geçirdiğimiz iki gün sonrası elimiz boş ayrıldık..

Aradığımız cevabın sorusu "Zaman Nerede?"

Bu logu yazmaya başladığım bi saniye var ve bir bitiş saniyesi de var yaşadığım, ve hatta elle tutulan içinde birçok koordinatları ile yaşanan olaylar var. Kahve bardağını kaldırdım şimdi. Bir yudum aldım ve yerine koydum. Tüm bunları yaparken zaman içersinde ben ve kahve bardağı vardık. Şimdi yoklar...İşte tüm arayışımız da bu koordinatlar arasında; o kahveyi içerkenki zaman ve ben nerde?...Aynı Bozcaada gibi...Geçen sene Kasım'da oradaydım, aynı meyhanede aynı şarapçıda içmiş çıplak denize girmiş eşeğe binmiştim. İşte bu yolculuk, Burger Queen ve ben, gezegen gezegen dolaşıp zaman içindeki benlerin nerede olduğunu bulmaya, elle tutulamayan zamanın içinde elle tutulan yaşamların "tekrarkeşfine" çıkıyoruz. Tüm klişeleri, Arşimedleri, yaşlanmaları, Newton'ları, Einsteinları , rölativite teorisini alt etmek için yola çıktık. İlk durağımızda, belki de biraz şarap yüzünden başarısız olduk...Şimdi yolculuk ikinci gezegene...

Monday, July 17, 2006

Nezihem


Ananem
Bi gözü artık görmeyen ananem
ama hala hayata sımsıkı tutulu, bi koltukta otursa bile hep

Ananem ve dedem, kendileri anne baba, ama isimleri başka
Dedemi kaybedeli 15 sene oldu
68 yaşındaydı
şimdi etrafımda 83 yaşındakileri görünce
bi 15 sene daha
ya da 15 senedir dedeme sarılabilmek koklayabilmek
limon sürdüğü saçlarına dokunabilmek
nasıl bi kızgınlık pişmanlık üzüntü yetişip çöküyor içime....

Ducard to Batman


Batman Begins

Himalaya frozen lake scene:

Ducard to Batman:

"that impossible anger strangling the grief...

... until the memory of your loved one is just poison in your veins.

And one day, you catch yourself wishing the person you loved had never existed...so you'd be spared your pain."

Thursday, July 13, 2006

Blind


Gitme ve kör etme beni lütfen
Seni koparabilsem tavandan
Herşeyin en iyisini denediğimi bileceğim
Ve her nefesini anlamla dolduracağım
Lütfen beni kör etme
İkimizde kırıldık biliyorum
İkimizi de donduracağım zamanın içinde
Sırf başka bir şekilde bakalım diye
Gözlerin sonsuza kadar yapışmış benim gözlerime.
Don't go and leave me,
And please don't drive me blind.
I know I broke it,I know I broke it,I know I broke it,I know I broke it.

MEDS - Blind - Placebo

Wednesday, July 12, 2006

Man of Steel


ilk süper kahramanımız. Bağdat caddesi Atlantik sineması. Her ne kadar Batman en büyükleri ise Man of Steel, o da ilk hayalimiz. Kırmızı masa örtüsünü boynumdan bağlayıp pelerin yapar dolabın üstünden yatağa uçar hiç düşmeyeyim havada asılı kalim diye yalvarırdım. Açılışının ilk günü önlerden ve ortadan yerimi alırım...en büyük perdeli sinemada...geliyor

Tuesday, July 11, 2006

I'm just a peeping tom

Corteximden içeriye girmeye, ruhumu alıp götürmeye, yormaya, ağlatmaya, dövmeye, kızdırmaya geliyorlar, sonbaharı karşılarken yavaştan yavaştan hem de...Her şarkısında bi hayat var beni benden alan, beni bana anlatan...

Careful not to fall ,Have to climb your wall, cause youre the one who makes me feel much taller than you are, I'm just a peeping tom , On my own for far too long ,Problems with the blues nothing left to loose

Monday, July 10, 2006

8-9 senedir oturarak çiş yapiyorum...


birgün gazetenin tekinde mi ne , oturarak çis yapan erkekler prostat olmuyor ilerde diye okuyunca, oturuş o oturuş.Tabi ev harici yerlerde çok ender, anca yala yutsa tuvalet. Bazen eve yorgun geliyorum, oturuyorum , ama oturunca beyin kaka yaptiğini zannediyor, aa bi bakıyorum, çiş çoktan bitmis, 5 dakka geçmis öyle oturuyorum aval aval.Esas başka bi manyakliğim, pisuvarlara işerken dışarıda:Eğer bi izmarit görürsem pisuvarın içinde, onu hedef alıp ,darmadağın olana kadar hedeften şaşmıyorum.O pisuvarların içindeki naftalinlere takık olanlar, onları hareket ettirmeye çalışanlar da varmış..Ama zaten pisuvara izmarit atmak ne demek...

There are no second chances


Öyle böyle değil ben kadar gerçek bir dolunay tam Kuzguncuk’un üstünde, içim kadar turuncu, tupturuncu yükseliyor, yükselirken beyazlaşıyorum. Dolunay, döndür dolaştır beni dolunay. Nasıl ufak olduğumuzu en iyi anlatan dolunay, döndüğümüzü, hiçliğimizi bize sunan dolunay. Bir yandan ayaklarım üşüyor. İçimi... kestiremiyorum. Uzun zaman sonra Bebek Ortaköy hattını tekrar koştum. Herşey aynıydı, herşey. Oltasıyla deniz atı yakalayan teyze dahi...Kuruçeşme’de, koşarken gördüm onu, duramadım. Dönerken görürsem söz sorcağım sözümde, durdum. “Yazamıyorum, bu koskoca hayat daha da ağır şimdi, yazamıyorum”. “Belki de yazmamalısın, zorlamamalısın” dedi. “Olur böyle zamanlar bana da olur üstüne gitme” derken gözleri ela yeşili, sesi sanki zambaklar dolu bi bahçede yeni uyanmış şakın bir kızın sesi gibiydi, sessiz ve sakin ama endişeli de. Benden mi korktu acaba? bilemedim. Mücadelesinde sabır diledim, koşarak uzaklaştım. Bebek’e geldim, o bank hala yerindeydi aynı ben gibi. Bi sigara kaç nefeste biter hiç saymadım? Bi sevgili kaçında tükenir onu da...

Nil yeşili sedirin üstünde ayaklarım üşüyor, noktalar sonrası, Arnavutköy’e bakıyorum. Ahh babamcığım, nasılda küçüktüm büyüdüm klişelerin yücesi oldum, nasılda seninle dost olamadığıma yanıp yanıp duruyorum, hala yanına gelemiyorum, atamıyorum o engeli ama çok ta ağır artık. Sensin bu semt, senin gibi geldim kopamıyorum. (Arkada without you I’m nothing başladı, şarap tükeniyor, küllük hüzün dolu). Sanki....ah şu sankiler, bitmek tükenmek bilmeyen sankiler, belkiler, amalar, lakinler...edatlar mı zamirler mi acaba beni kovalayıp duran yoksa şu sıfatlar mı yakamı bırakmayan? Bilmiyorum ama yazıyorum. Uzun bi süre sonra, ela yeşili gözlerinden, sarı bukle olmuş uçuşan saçlarından yola çıkıp yazıyorum tekrar...