Wednesday, December 13, 2006

Kaş'ı getirdik şehire

Ertan ve Mavi Murat...

istiklali dağıtırken...
Kasim 2006

Monday, December 11, 2006

Batu ile...

tam tamına 1987 senesinden beri içiyoruz. Omuz omuza, kadeh kadehe bir hayat da en gecinden devam eder....umarım. Yaşadıklarımı sadece ve sadece Batu ile yaşadıklarımı yazmaya kalksam(k) ....işte üç noktasın gerisini esasında hiç yazamam(ayız).


Şu yanda gördüğünüz 2003 senesi Kaş - Mavi Bar anısı. 4 günlüğüne gittiğimiz 3 gece kaldığımız bir tatil. Kaş'ın zaten ne ifade ettiğini daha çok anarım burada...

Yanda gördüğünüz içilen bardak sayısı : 14 J&B, 4 rakı, 4 tekila, 3 şarap, 8 bira...

Ve en tepede yazan CUMA..cuma gecesine ait bir hesap...
Alttaki toplamlar daha sonrası...zaten Mavi Murat bu kadar yeter deyip hesaplamayı bırakmıştı...

Duruyorum düşünüyorum...Biz manyak mıydık?

Wednesday, November 29, 2006

What do you want now?

Boy:

- Some noodle?
- Movie?
- Icecream?
- Wanna fuck now?
- A new tshirt?
- Go home?

Girl:
- Just hug me like this forever...
HK sokaklarında - Oct o6

Monday, November 27, 2006

For how much longer can I howl into this wind?


Orada durdu öyle saatlerce...sonra ağladı, sonra bağırdı, sonra gene çaldı.

Ve gitti.

Giderken de geriye bıraktığı tat ve his, başka hiçbir konserde olmadığı kadar da derinde kaldı.

Tüm yaşlanmam sırasında ya da kendimi anlamam ve değişmem sırasında desem daha doğru olur, bana “şekil” vermesi yüzünden belki de bu kadar derinde kaldı...

İlk konseri bu kadar etkilememişti. İlk konseri tanışmamızdı. Bu ikincisi;

Hem 2 metre yanımda oluşu yüzünden hem de “bak yıllar geçse dahi düşüncelerimiz, duygularımız, öğrendiklerimiz, tutkularımız hep bu kadar canlı ve hissettiklerin ! nasıl bu kadar aynı olabilir ! ve nasıl bu kadar değişmiş de olabilir” i bana seslendiği için.

Dur, bir nefes al koşturmadan, bak dinle, o binlerce defa onlarca hoperlörlerden dinlediğin girdabında dönüp durduğun şarkılardan öte sözleri...dinle, hatırla ! odanda, evde , yolda, yağmurda, sahilde, ağlarken, zırlarken, delirirken, pişmanken, kızgınken, arabada, koşarken, parasızken, tek başınayken, buz gibi dolunayda o paspası bile olmayan kapının önünde tüm yıldızlara bakarken, yeter deyip yetemediğinde, tamam deyip kaldığında, devam diyip durduğunda, famodinleri yuttuğunda, jackin dibini gördüğünde, erenköyde, arnavutköyde, orada, burada, şurada....

Tüm yapraklar “benden bu kadar” deyip kendini bıraktığı bu sonbaharın son günlerinde...

Bir sonbaharı daha bitirdiğim bu alacakaranlıkta...

For how much longer can I howl into this wind?
For how much longer Can I cry like this?
A thousand wasted hours a day
Just to feel my heart for a second
A thousand hours just thrown away
Just to feel my heart for a second
For how much longer can I howl into this wind?


The Cure - A 1000 hours....

Thursday, November 23, 2006

Kafkaslı

yılın atı seçildi

nazer demesin
birgün benim de inşallah








Monday, November 20, 2006

Vitrin

- Abi yeter artık çok sıkıldım bu elbiselerden
- Şu hale bak her gün bu muşambalar üzerimizde
- Peki biz ne zaman bi Levi's giyeceğiz?
- Gel lan, gidip bi kot alalım üzerimize...

HK sokaklarında..Oct 06

Saturday, November 18, 2006

Rush hour


Hong Kong
Oct 06

Elveda Jumbo Jimmy! Elveda Pupa


arnavutkoy'un ve hatta istanbul en guzel barlarindan di
sort pijama ne ile gitmek istersen git; istanbulda hayatin boyunca gordugunun 2 kati afrikans orada; müzik once reggie (sevmem) sonra rap olurdu, yazlari kaldirim kenarinda elinde bira, kislari icerde itis kakis, underage kizlar zencilerle kivrak danslar, hele hele hep sarmas dolas oldugumuz bi saygilar abi vardi Dj Jumbo Jimmy! o, ben ve emre ne danslar yapardik..

simdi? antonino rucci mi ne bir pizzaci bar olmus
TGIdan garsonlar gecmisTGI'in kasabi ile calisiyorlarmis etler inanilmazmis
ben bir pizza yedim. bebekteki yeni bitmelerden bin kat daha iyidiler firinlari onlar gibi elektrikli degil , odun!

10 üzerinden 9 aldi. siddetle tavsiye ediyorum da...dun aksam oturdugum yerde ben cok dans ettim yahu :(
Ve cok eskiden cekilmis bir karanlik fotograf..jumbo jimmy ve ben...Kimbilir nerede şimdi?

nefret-fobi-acı-şiddet-panik-bitti-oh bee.


kanal oldum işte geçen hafta. 4 kanalı olan arka dişimden bir tanesi 2 haftalık eziyetten sonra doldu kapatıldı. Kanallardaki sinirler alındıktan sonra o kanallara onlarca ok misali adı herneyse çubuklar sokuluyor. O çubuklar boş kanalları dolduruluyor ve demir bir çubuk ısıtılarak dışarda kalan kısımlar yakılıp kesiliyor. En son teknikmiş. Cebimle çektiğim resim çok net olmasa da tepeleri mavi olan çubukların hepsi işte tek tek kanala sokuluyor. Benim anlamadığım tüm bu 2 haftalık süreç boyunca 10 sene sonra yaptırdığım kanal tedavisinin ilkine göre ne kadar farklı olduğuydu...Sürülen cilalar, ilaçlar, dolgular, oklar, vsvsvsv...Bitmek bilmedi...Neyse..şimdi bi 10 sene daha gitmem dişçiye :)

Thursday, November 16, 2006

Ön Tamam



19fi tarihinde dolmuşlar eski Amerikan arabaları olduğu için ön koltuk tek parcadan olusup soldan saga boylu boyuna uzanir, sofor ile yan yana 2 kisi otururdu. Zamana karsi koyamayan bu dolmuslar kaldirilip yerine bilindik taksi Dogan ve Sahin’ler sarisari hizmet etmeye basladiginda cok uzulmustum. bi koca omrum onlarin icinde gecmisti ortaokul lise.

Eski dolmuslar kalkmis olmasina ragmen , on koltuga iki kisi alma gelenegi kalkmamis. Bildigimiz Dogan ve Sahin’ler de on sagda bulunan tek kisilik koltuga 2 kisi alirdi.

Ve legaldi!

Ve polis durdursa bile normal bi olaydi!

Ve bir kabustu.

Yolculuk boyunca sofor “pardon abi” diyip vitesi atarken kibarca kici hafifcene havaya kaldirmani ister, sen de buruk bir tebessum ile kici kaldirir indirir, her indiriste sopa gibi duran o Dogan marka arabanin el frenine oturma diye cesitli pozisyonlar dener; bu olay yol ne kadar engebeli donemecli olur da vites o kadar atilirsa bir o kadar kabusa donerdi.

O tek kisilik koltuga oturma sirasi geldiyse, ve sira sendeyse, oturur: acaba nasil biri gelecek diye endiseye kapilir, gelen kisi (ki zaten parfum kokan mini etek giymis, temas seven kadin hic gelmezdi) iste o gelen kisi yag mi kokacak, Maltepe mi kokacak, yol boyunca burnuyla mi oynayacak, kilolu mu olacak, yoksa paltosu yagmurdan deli gibi islanmis sen de ona islak-mi-islak temas mi edeceksin, ilk durakta inecek diye dua mi edeceksin, hele hele parayi onden hazir etmemise cebinden cikarirken inanilmaz gerileceksin misin diye bindüsünürken: gelir, bam diye oturur ve yolculuk baslardi. Arkada oturanlar hallerinden gayet mutlu, sense yakin temas el freni ve vites esliginde trafik olmasin lütfenlere siginmis “bi erenkoy alir misin?” der onune bakardin...

Ancak,

Acelen varsa, canin sikkinsa, isin varsa, kimseyi yaninda istemez ve en onemlisi PARAN varsa: o sihirli 2 kelimeyi soyler, önde, sanki kendi guzel, ozel, temiz, arabanmis gibi gayet mutlu huzurlu hatta hafiften simarik yola koyulurdun:

“ÖN TAMAM”

Bundan sofor de mutlu olur, dakikalardir sirasini beklemis sonra da dolmasini beklemis dogandandönmusdolmusun anahtarini zevkle cevirir, yola koyulurdu.

Ancak burada bi ancak daha vardir cok da dikkatli degilsen gozden kacirmis olabilecegin, ne ahlar almis olabilecegin:

Sirada dolmus yoksa, sadece kuyruk varsa; ve sen en bastan 4. isen.

Dolmus gelir, ilk uc sikismasin önde diye ziplarbiner, sen ya da ben öne atlarken ve tam 5. yanina yaklasip binecekken - ON TAMAM - cekersen:

o gecenin bi vakti kuyrukta beklemis ama daha da bekleyecek adam kendi icinden oyle sessiz ama oyle derinden ve kem gozlerle “goottttoglu” cekerdi ki ...Ondan da kurtulmanin yolu hemen parayi uzatmaktan gecerdi....

31.10.2006 11:20:12

Wanda'm!


En iyi dost köpektir derler ya. Onun bana olduğundan daha çok ben onun dostuydum. Saatlerce konuşurdum, uyurdum, öperdim, koşardım, ağlardım. Ne isterse yapardım? 14 yaşında yanımdan ayrıldı. Babam gömdü, nereye gömdü bilmiyorum. Bilmek de istemedim, öldüğünde de yanında olamadım.

Çok daha güzel fotoğrafları var Wanda'nın. Harika bir Tiger Boxer'dı. Bunu seçtim koymak için. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisisini, 14 sene her sabah her akşam her an her gün her mevsim ne olursa olsun bana doğru çoşkuyla koşusunu hep hatırlamak için....

4 Temmuz 2001
Wanda yanımdan ayrıldı.
Aklımdan hiç çıkmadı.

Tuesday, November 14, 2006

...


intahar sonbahar manzara iş güç kaçak koşu yelek maaş yemek km soğuk araba küfür tükür
ahmet mehmet cemil sigorta çoluk çocuk ekmek zeytin yetti yetmedi bitti bitmedi...yağmur yağar kaloriferi açarsın birşey takılır güzüne camı açarsın, bin düşünce...

Sunday, November 05, 2006

Şehri koşarken


birkez daha
bu sefer omuz Emin Özgür
15K Avrasya
1:29:15
5 kasım 2006

Saturday, November 04, 2006

Nerdeyse


ayrı sevgililer
pipisiz memesiz saçsiz aşıklar
hep tek baslarina

çok sarhoşken rastladım bu sefer
neredeyse el eleler
bir çizgi kalmış arada
neredeyse...

Sunday, October 29, 2006

Departure of the beloved


Hong Kong - October 2006

Wednesday, October 25, 2006

Çin

Ekim 2006
ilk uzakdoğu
Çin - Sehnzen - Guanzhou
Tüm Çin izlenimleri için www.esintiler.com

Fabrika çalışanlarının kaldığı evler, balkonlarda kurutulan çamaşırlar, kilometrelerce aynı görüntü















Komşular hırsızlığa gelmesin diye demir kaplana balkonlar, 15. 20. kata kadar aynı görüntüler.




















Yolda bir dilenci















Çoğu restoranın vazgeçilmezi, her menüde muhakkak!
















Yemek yerken baskına gelip masamızı kamyona atan ordu!

















Sokak manav kadın

Monday, October 16, 2006

Landing to China Party


Hong Kong inisi sonrasi sinirdan Cin'e giris & Okisan'in evine yerlestikten sonra kaplumbag ve yilanlarin dolu oldugu menuden sadece pilav ve brokoli secip kisa bir yemek sonrasi ilk parti

Bu 3 kadin hayatlarinda benim kadar killi bir erkek gormedikleri icin hatta hic killi erkek gormedikleri icin masaj sirasi tuylerimi de inceleyip durdular

ilk saatler boyle basladi

hadi bakalim :)

Placebo
Landing to Mars Party

Embrasse - moi, mets ton doigt dan mon cul,
Embrasse - moi, mets ton doigt dan mon cul,
Une presence ambigue,Une presence inconnue,
Jusqu'a ce que j'en peux plus,

Londra


14-15 Ekim
Hong Kong evveli bi nefes




Camdon Town
"Ip ustunde bi sen bi ben"
Just For A Pence!







Arsenal - Watford 3-0
istima














Covent Garden Station

Monday, October 09, 2006

Sadness of the quiteness....

Annem babam ve ben...
En son tatilin beraber, tarihi unutulmuş
Yeri unutulmuş.
Şimdi bir sonbahar sarıları içinde Bodrum kumsalında hepberaber.

Babam uzanıyor.

Annem balıklara ekmek atıyor. Ananem artık bulanık gördüğü dünyasında da olsa, baktığı uçsuz bucaksız Ege’den haz alıyor.

Hep eskiyi anlatıyor. Hep kimsenin konuşmak istemediği ama deli gibi özlediği dedemi.

Eski yeni değişen birşey yok esasında. Hep aynı yerdeyiz, “farkına” vardıkça. Sadece yanımıza aldığımız bazı bavullar eksik, bazıları dolu.

Friday, September 22, 2006

The Keyless Man's message


"8 kişilik dolmuşların orta koltuğunun en sağında , sırtlığı katlanabilen çok dar bi kıçımlık bi koltukçuk olurdu. O boşken o sırtlık kısmı her an kopacak gibi delice sallanırdı....aynen öyle sallanıcaz. Nasuh'da o sırada Himalaya'larda olduğu için gelmiycek, sen de 2 çelik kapının yarattığı boşluk arasından yandaki mankenin ağzına vereceksin, günlerce ve günlerce termosifonundaki suyla yaşatacaksın, kurtulduğunuzda seni camiasına sunsun diye..."

Gecenin bi vakti öylesine denemeler, boşluboşuna



Bir daldım , iki çıktım.
Üç koştum, dört döndüm.
Beş verdim, altı atladım.
Yedim, sekizim,
Dokuz köy, on adım...

-İğne yapraklı ağaçlar hariç, bütün diğer ağaçlar kışın yapraklarını dökerler
-Hassiktir lan
-Kışın dondurma yenmez
-Defol git
-Yabancılarla konuşmayın
-Yok ebenin şeyi
-Terli terli soğuk su içilmez
-Kodum mu uçarsın
-Ispanakta demir boldur bi tek onu yiyin
-Al babayı

Friday, September 15, 2006

Echoing in my mind


All my useless advice
All my hanging around
All your cutting down to size
All my bringing you down
Watch the clock on the wall
Feel the slowing of time
Hear a voice in the hall
Echoing in my mind
All your stupid ideals
You've got your head in the clouds
You should see how it feels
With your feet on the ground
Here I stand the accused
With your fist in my face
Feeling tired and bruised
With the bitterest taste

DM

Log 36 ve gene 36


Kaptanınız çok büyük dağıldı. Sizi üzmüş olabilirim. Belki de benden çok daha fazla merak eder oldunuz. Çok acaip yerlere gittim. Ara sıra rakı ve balığın eşşiz lezzetinde kendimi kaybetmiş olsamda cevaplara artık biraz daha yakınım. Sanıyorum zaman esasında gel geçlerden oluşmuyor, hep sabit ama sonsuz kesitlerden oluşuyor. Küçükken yediğim Rokoko kek gibi. İçinde değişik katlarda değişik dondurmalar olurdu. İşte zaman ve zamanın içindeki biz kek dilimiyiz ama hareketlerimiz duygularımız, bi evvelimiz ve bir sonramımız onun içindeki kesitler. Geçen hafta Kaş’taydım. Son 7 senedir 6 kez gittim oraya. Aynı yerde denize girdim aynı yerde yedim aynı yerde içtim. Herşey aynıydı ben hariç. Nerdeydim nereye gitmiştim bulamıyordum... Ve bi akşam bitkiler ve rakının etkisi ile bi kanı geldi saplandı.

Esasında hala oradalar. Benler. Karışmaya mı başladı aklım veya aklınız? Üç tane taşı yanyana koyun. 3’ü de sensin. Biri geçen seneki biri bu sene biri de gelecek sene. Herşeyden evvel gelecek seneyi tahmin etmeye değiştirmeye ya da engellemeye imkan yok. O orada duruyor. Zamanı gelecek kekin bi dilimi bitecek o başlayacak. Üçünün sıralandığı çizgi “zaman” işte. Ve zamanın içinde hareket edince bir taştan diğerine atlar gibi hareket ediyoruz. Hani ne oldu nereye gittim daha geçen sene aynı yerden denize giriyordum diye birşey yok orada. O hala orada. Sen artık orada değilsin. Hayatımız sonsuz taşların birleşiminden oluşuyor. Bu anlamda geçmişi biliyoruz; ve şuanki yerimize bi evvelki noktadan geliyoruz ve gideceğimiz yer de belli. O zaman işte başka bir soru çıkıyor ortaya? Zamanın içindeki benler hep aynı yerde olup bitiyor ve kalıyorsa yani BEN nereye nasıl gideceğimi belirleyemiyorsam o halde ne için uğraşıyorum, kader denen şey esasında bu sabit çizgi mi? Ya da özetle, sene burada olim bunu yapim bunu içim yiyim isteklerimiz boş bir melankoli ve üzüntü kaynağı mı? Çünkü zaten her istediğimizi yapamıyoruz. Belli olanı yapıyoruz. Burada gene aklım hafif dağılıyor. Bunun üzerinde biraz dolaşmam lazım.

Çalışmalarım sırasında Burger Queen ile bi kaza atlattık. 5 metre uçtum. Bel boyun 2 gün ağrıdı. Ucuz atlattım. Burgen Queen sol tarafını çizik içinde bıraktı. Şimdi daha iyi, ben de. Şimdi ne olacak bilmiyorum. Yakup’u özledim. Yemek yemeden sadece beyaz peynir kavun ve börülce istiyorum.

Thursday, September 14, 2006

Bir tuttum seni tuttum


esasında kendimi tutmayı bekliyordum, denizin içinden çıkarıp

sen geldin
önce vurdun sonra asıldın sonra bi sağ bi sol
sonra
suyun dibinden sanki güneşi tutup çekercesine
parladın atladın
daldın
gene atladın

palamut
ilk palamut
düşler denizinden

Sunday, August 20, 2006

İtina ile fitil sokulur


Beni bu tip şeyleri yazarken “nasıl böyle birşey yaşayabilirdik”lerden öte heyecanlandıran ilerde ne yazacaklarımı nelerin değişeceklerini tahmin edememek... Melankolik bi insanım ama nostaljik hiç değil; aksine, nostaljide yaşayanları, yazanları, zamanımızdabunlarvardıları okumaktan çok sıkılırım. Ama tüm geçmişimi, aile eğlencelerimizi, sokakları ve yaşamların içinde bu sıradan gibi gözüken ama endişeli olan olayların hoşuma giden yanıda şimdi rastlanamayan, o zamanların masumiyeti...

Benim teyzem olmadı, gerçi baba tarafı da hiç olmadı teyzem annemin teyzesi, halam annemin halasıydı. İşte Aliş Teyzem, sanki ailenin akrabaların içinde sihirli olan teyzeydi. Ne zaman hastalık zamanı gelse, Aliş Teyze çağrılır, onun elinde sıcak bir ıhlamur, ya da göbeğe konan sıcak havlular istenirdi. İyi de gelirdi...Hatta ve hatta zor sınavlar evveli sırf sırtımı sıvazlasın diye sabahları ona uğranır, sırt dönülür, o sihirli eli sırtta dolaşır ve sınavlar o zaman hep iyi geçerdi....

Ve hastalığın ateşten yatağa düşürdüğü, 39-40ları zorladığı, annemin panikten düşüp bayılacak gibi olduğu günlerde vardı. Doktor gelir (ki bu doktor topuktan kulağa neresi ağrısa hep o gelir) göğüs sırt dinlenir ve ilaçlar yazılırdı. İşte bu ilaçların arasında şimdi akıl sır erdiremediğim, o yaşta adını duyduğum zaman köşe bucak kaçtığım ve yaşıtlarımın hepsinin bir kere olsun tadına vardığına inandığım bir ilaç vardı.

FİTİL!

Kaçardım ateşler içersinde evin içinde. Hemen teyze çağrılır, o elinde fitil, “gel oğlum, gel yavrum, merak etme hiç hissetmeyeceksin” diye peşimden koştururdu.

Sonuçta hepimiz çocuktuk ve hepimiz yakalanırdık.

Yüzüstü yatar, annem donumu indirir fitil kaygan kağıdından çıkmış bir şekilde teyzemin elinde kıçıma doğru yaklaşırken “kasma oğlum kasma canım” seslerini duyardım. Hatta bazı seferlerinde teyzem arkada itina ile fitili sokmaya çalışırken annem yatağın önünde artık karpuz kavun ne varsa yedirmeye çalışırdı. Teyzem her ne kadar itina ile yaparsa yapsın, fitilin ilk 4-5 saniyesi olağanüstü kötü bir his uyandırır, kasar fitili geri çıkartır, teyzem dur dur evladım yapma kasma diye gene müdahale ederdi...


Dün “Abi sistemin bittiği herşeyin dışarı atıldığı bir yere niye ilaç sokarsın ki?” diyen dost da, bir hayli çekmişti, belliydi....

Sırta kapanan kavanozlar, kulağa sokulan ve yakılan kağıtlar, kollarımızda para büyüklüğündeki çiçek iğnesi izleri, dişe bastırılan rakılı pamuklar....Ve hiçbir ağrıya yaramayan avuç avuç yutulmuş Asprin ve Gribin...

Tuesday, August 08, 2006

The last days of summer


Nothing I am
Nothing I dream
Nothing is new
Nothing I think or believe in or say
Nothing is true
It used to be so easy
I never even tried
Yeah, it used to be so easy...

But the last day of summer never felt so cold. The last day of summer never felt so old, Never felt so...

All that I have All that I hold All that is wrong All that I feel for or trust in or love All that is gone It used to be so easyI never even triedYeah, it used to be so easy...But the last day of summer never felt so coldThe last day of summer never felt so oldThe last day of summer never felt so coldNever felt so... Bloodflowers - The cure

Monday, July 31, 2006

Motorumla güzel güzel dolaşıyordum


tshirtün icinden giren hava gogsumdeki killari oksuyorudu, bozcadaya gittim ayazmada denize girdim, bu yaz yakupta bol bol raki ictim, terlikle dolastim, ciplak koltukta uyuya kaldim, sicaktan dus aldim, ciktim bi daha aldim, dostlarla soguk biralari balkonlarda, guzel guzel avlularda ictim, kafam rahatti, hüdaverdi givi avalak bi yaz geciyordu... taa ki dune kadar. Bi anda huysuz adam oldum. Konsere cikacam cikamadim bi turlu evden, koltukta geretse saydiriyorum, butun yaz rahatca uzanmis oldugum koltuk bi anda fazla geldi, ne cok yastik vermis megerse ustunde, sinirlendim, bi tane yastigi balkona firlattim, cihanin kanadi delik desik olup delgado bindirmelere baslaynca ayaklandim, tuvaletin orada klasik gecistirme buyusunu yaptim, Depeche Mode'a girmisim, eller havada, bi anda cebim titredi...Emreden mesaj nobre diye...dagildim, ne dave i kaldi ne jesus u...eve geldim...geretse deliriyorum...uyuyamadim...devamli kafamda aydinin son saniye attigi gol gene basliyor...ruhum biricik askim kanim canim GALATASARAYIM.

Wednesday, July 26, 2006

Log 41o 03' 36.19' ' 28o 59' 19.36' '

Bu görev gitgide bilinmeyenlerin ve süprizlerin içinde zorlaşmaya başladı. Dün dünya saati ile 19:00 gibi Nebula İstiklal'e indik. Zaman ufak bi süpriz yapıp bi anda lise yıllarına geri götürdü beni. Dedemle tanıdığım İstiklal'i , tramvayları ve sokakları dolaşmaya başladık. Burger Queen'i bir avluda invisichange-Mode'a geçirip dünyaylıların Vespa'sına çevirdikten sonra sokakları yürümeye başladım. Karnım acıktı Yakup'a gittim. Bu meyhane ile neden bu kadar geç tanıştığımı sordum gene kendime. Yaprak sarma içinde sardalya yeyip, buz gibi rakılar peşi sıra geldi. Arkasından Joker diye çok güzel bi bara çıktım dar bi merdivenden.

Orada Nuri Alço ile tanıştım işte. Yemyeşil boğazı sonradan yakan kendilerine ait bi içki. Haribo gibi tadı olan oldukça fena ve leziz bi shut. 4-5 olsa ne olur bilemem. Çıkıp Galatasaray lisesinin arkasında kışlık yerinden yazlık mekanına geçen Dogz Star'a girdim. Gördüğüm en güzel barlardan bi tanesi olmuş İstanbul'da.

Oldukça yoğun olan benleri bulacağımı, sorumun cevabına yaklaşacağımı beklediğim bi gecede gene alkole yenik düştüm. Görevi erteleyip sizi de merak içinde bıraktığımı biliyorum. Endişelenmeyin. Bi sonraki durakta ışık hızı ve kütlesel sabitlik formüllleri ile birşeyler yakalayacağıma inanıyorum. Çok önemli geceyi ve nebulayı eli boş terkederken size Burger Queen'in bi süprizini bırakıyorum. Nebula'da dolaşırken kaptanınızın resmini çekmiş...

O2 Log 2

Monday, July 24, 2006

Log 38° 49' 48" - 25° 58' 12"


Ben kaptan O2, yolculuğumun ilk logu bu satırlar oluyor. Bu uzun yolculuğa çıkarken gördüğünüz gibi yanımda aldığım tek şey daha doğrusu beni yanına alan gemim Burger Queen. 7000 ışık yılı uçtuktan sonra bu hafta sonu Bozcaada'ya indik. Bozcaada, bu zorlu görev içersinde cevabı arayacağımız yıldızlardan bir tanesi. İnerinmez, Ayazma denen gezegenlerin en soğuk suyunda denize girip Talay Şarapçılığın Assos adlı bayaz şarabından öğlen içmeye başlayıp akşam Koreli'nin Yeri'nde Rakı ve Polente'de Votka ile devam edince arayışa anca cumartesi sabahı başlayabildik. Oldukça rüzgarlı olan gezegende geçirdiğimiz iki gün sonrası elimiz boş ayrıldık..

Aradığımız cevabın sorusu "Zaman Nerede?"

Bu logu yazmaya başladığım bi saniye var ve bir bitiş saniyesi de var yaşadığım, ve hatta elle tutulan içinde birçok koordinatları ile yaşanan olaylar var. Kahve bardağını kaldırdım şimdi. Bir yudum aldım ve yerine koydum. Tüm bunları yaparken zaman içersinde ben ve kahve bardağı vardık. Şimdi yoklar...İşte tüm arayışımız da bu koordinatlar arasında; o kahveyi içerkenki zaman ve ben nerde?...Aynı Bozcaada gibi...Geçen sene Kasım'da oradaydım, aynı meyhanede aynı şarapçıda içmiş çıplak denize girmiş eşeğe binmiştim. İşte bu yolculuk, Burger Queen ve ben, gezegen gezegen dolaşıp zaman içindeki benlerin nerede olduğunu bulmaya, elle tutulamayan zamanın içinde elle tutulan yaşamların "tekrarkeşfine" çıkıyoruz. Tüm klişeleri, Arşimedleri, yaşlanmaları, Newton'ları, Einsteinları , rölativite teorisini alt etmek için yola çıktık. İlk durağımızda, belki de biraz şarap yüzünden başarısız olduk...Şimdi yolculuk ikinci gezegene...

Monday, July 17, 2006

Nezihem


Ananem
Bi gözü artık görmeyen ananem
ama hala hayata sımsıkı tutulu, bi koltukta otursa bile hep

Ananem ve dedem, kendileri anne baba, ama isimleri başka
Dedemi kaybedeli 15 sene oldu
68 yaşındaydı
şimdi etrafımda 83 yaşındakileri görünce
bi 15 sene daha
ya da 15 senedir dedeme sarılabilmek koklayabilmek
limon sürdüğü saçlarına dokunabilmek
nasıl bi kızgınlık pişmanlık üzüntü yetişip çöküyor içime....

Ducard to Batman


Batman Begins

Himalaya frozen lake scene:

Ducard to Batman:

"that impossible anger strangling the grief...

... until the memory of your loved one is just poison in your veins.

And one day, you catch yourself wishing the person you loved had never existed...so you'd be spared your pain."

Thursday, July 13, 2006

Blind


Gitme ve kör etme beni lütfen
Seni koparabilsem tavandan
Herşeyin en iyisini denediğimi bileceğim
Ve her nefesini anlamla dolduracağım
Lütfen beni kör etme
İkimizde kırıldık biliyorum
İkimizi de donduracağım zamanın içinde
Sırf başka bir şekilde bakalım diye
Gözlerin sonsuza kadar yapışmış benim gözlerime.
Don't go and leave me,
And please don't drive me blind.
I know I broke it,I know I broke it,I know I broke it,I know I broke it.

MEDS - Blind - Placebo

Wednesday, July 12, 2006

Man of Steel


ilk süper kahramanımız. Bağdat caddesi Atlantik sineması. Her ne kadar Batman en büyükleri ise Man of Steel, o da ilk hayalimiz. Kırmızı masa örtüsünü boynumdan bağlayıp pelerin yapar dolabın üstünden yatağa uçar hiç düşmeyeyim havada asılı kalim diye yalvarırdım. Açılışının ilk günü önlerden ve ortadan yerimi alırım...en büyük perdeli sinemada...geliyor

Tuesday, July 11, 2006

I'm just a peeping tom

Corteximden içeriye girmeye, ruhumu alıp götürmeye, yormaya, ağlatmaya, dövmeye, kızdırmaya geliyorlar, sonbaharı karşılarken yavaştan yavaştan hem de...Her şarkısında bi hayat var beni benden alan, beni bana anlatan...

Careful not to fall ,Have to climb your wall, cause youre the one who makes me feel much taller than you are, I'm just a peeping tom , On my own for far too long ,Problems with the blues nothing left to loose

Monday, July 10, 2006

8-9 senedir oturarak çiş yapiyorum...


birgün gazetenin tekinde mi ne , oturarak çis yapan erkekler prostat olmuyor ilerde diye okuyunca, oturuş o oturuş.Tabi ev harici yerlerde çok ender, anca yala yutsa tuvalet. Bazen eve yorgun geliyorum, oturuyorum , ama oturunca beyin kaka yaptiğini zannediyor, aa bi bakıyorum, çiş çoktan bitmis, 5 dakka geçmis öyle oturuyorum aval aval.Esas başka bi manyakliğim, pisuvarlara işerken dışarıda:Eğer bi izmarit görürsem pisuvarın içinde, onu hedef alıp ,darmadağın olana kadar hedeften şaşmıyorum.O pisuvarların içindeki naftalinlere takık olanlar, onları hareket ettirmeye çalışanlar da varmış..Ama zaten pisuvara izmarit atmak ne demek...

There are no second chances


Öyle böyle değil ben kadar gerçek bir dolunay tam Kuzguncuk’un üstünde, içim kadar turuncu, tupturuncu yükseliyor, yükselirken beyazlaşıyorum. Dolunay, döndür dolaştır beni dolunay. Nasıl ufak olduğumuzu en iyi anlatan dolunay, döndüğümüzü, hiçliğimizi bize sunan dolunay. Bir yandan ayaklarım üşüyor. İçimi... kestiremiyorum. Uzun zaman sonra Bebek Ortaköy hattını tekrar koştum. Herşey aynıydı, herşey. Oltasıyla deniz atı yakalayan teyze dahi...Kuruçeşme’de, koşarken gördüm onu, duramadım. Dönerken görürsem söz sorcağım sözümde, durdum. “Yazamıyorum, bu koskoca hayat daha da ağır şimdi, yazamıyorum”. “Belki de yazmamalısın, zorlamamalısın” dedi. “Olur böyle zamanlar bana da olur üstüne gitme” derken gözleri ela yeşili, sesi sanki zambaklar dolu bi bahçede yeni uyanmış şakın bir kızın sesi gibiydi, sessiz ve sakin ama endişeli de. Benden mi korktu acaba? bilemedim. Mücadelesinde sabır diledim, koşarak uzaklaştım. Bebek’e geldim, o bank hala yerindeydi aynı ben gibi. Bi sigara kaç nefeste biter hiç saymadım? Bi sevgili kaçında tükenir onu da...

Nil yeşili sedirin üstünde ayaklarım üşüyor, noktalar sonrası, Arnavutköy’e bakıyorum. Ahh babamcığım, nasılda küçüktüm büyüdüm klişelerin yücesi oldum, nasılda seninle dost olamadığıma yanıp yanıp duruyorum, hala yanına gelemiyorum, atamıyorum o engeli ama çok ta ağır artık. Sensin bu semt, senin gibi geldim kopamıyorum. (Arkada without you I’m nothing başladı, şarap tükeniyor, küllük hüzün dolu). Sanki....ah şu sankiler, bitmek tükenmek bilmeyen sankiler, belkiler, amalar, lakinler...edatlar mı zamirler mi acaba beni kovalayıp duran yoksa şu sıfatlar mı yakamı bırakmayan? Bilmiyorum ama yazıyorum. Uzun bi süre sonra, ela yeşili gözlerinden, sarı bukle olmuş uçuşan saçlarından yola çıkıp yazıyorum tekrar...

Sunday, June 18, 2006

Jan Von Holleben


basit ama muhtesem
bant'ın kesfi
dreams of flying by JVH http://www.janvonholleben.com/dreams_of_flying/i_02.html

Thursday, June 15, 2006

A place we both could hide


vespam bazen bazı sokaklara sürüklüyor girmemem gereken
dehşetle girip dehşetle çıkıyorum
sağında solunda bıraktığım yıllarım bana doğru geliyor
kaçıyorum

If I could tear you from the ceiling
I know best have tried
I'd fill your every breath with meaning
And find a place we both could hide
MEDS - Blind - PLCB

Monday, June 12, 2006

Oh, damn right you are!


stop smoking
stop drinking
stop writing letters

look out , it's autumn in summer.

is this my fault, also ?

and spies come out of night...
just when u wake up to get a glass of water...

Wednesday, April 12, 2006

Noter Notları

Bi noter hakkinda bi kitap yazilmali bi film cekilmeli . İnanilmaz enteresan bir yer, basli basina bir ülke, bi concept , bi tani , bi hastalik, laboratuvar, timarhane, hastane... Hani pinpon topu oluyoruz ya devlet dairesinde; o kata cik bu kata cik, simdi alt kata in, iste noterlerde metrekareye bakarsaniz inanilmaz ufak ama oradan oraya hareketlerin en yogun oldugu devlet dairesi (?) (savciliga baglilar bildigim kadariyla) Bay noter var , veya bayan noter. Cok acaipler, yaptiklari tek sey imza. Sadece. Baska seye tanik olmadim. Ama inceleyin imzalarini, sanat eserlerine rastlayacaksiniz. Bas katip var, noterin hemen odasinda girisinde oturan , genelde acaip sisko, miyop, al yanakli adamlar. Süzüyorlar sizi evraktan cok, onlar da atiyorlar basiyorlar imzayi. Ama umurlarinda degil hayat, butun gun oturup bankadaki borsadaki paralarinin hesaplarini yapiyorlar gizlice. Ve bi kadin var her noterde, inanilmaz makyajli, sarisin, “bakma burada olduguma , istesem cok rahat bi hulya avsar olurdum” hareketleri Ve butun isleri yapan hayattan bezmis kadinlar , kufur eden icten ice, “herkes araba aliyor satiyor benim neyim var” diye icerleyen kadinlar. Ve kirtasiye urunleri, sahaserler , hala eski tahta cetveller, kocaman silgiler, en eski kursun kalemler, ve yonetim kurulu dosyalarina sayfalari yapistirmak icin kullanilan , cocuklugumu, kokusu ile geri getiren (dedem nikah sekerleri yapardi, satardi, dükkani vardi istiklalde) tutkal , ortadan kesilmis bir pet sise icinde duran beyaz tutkal ve onun icinde duran cita parcasi, surmek icin hazir bekleyen. (tekrar oku: ortadan kesik pet sise ve tutkal ve cita) Bi sayfaya isim imza, diger sayfaya, ama ayni sayfaya , o da ayni kelimelere sahip o da birinci hamur, isim yazmiyorsunuz, sadece imza. Bi sayfaya damga , digerine 2. Hele hele sirket defterleri 300 sayfa ise her birine damga atilma sacmaligi, ve o damgayi o 300 damgayi 30 saniyede atan isaret parmagi full murekkep kadin. Eve gidince yikamiyordur, yarin gene nasilsa diye... Ve Vezne. Hahahaha. Kimsenin neden bu bu kadar diye sormadigi sakirt diye paralari cikarip odedigi vezne. Fiyat listesinin olmadigi vezne. Cunku genelde notere hep hayirli bi is icin gidilir ya arabayi satarsin para gelir borc kapatsan bile, ya araba alirsin, ya ev..yani sormani gerektirmez neye kac para odedigin, kafanda “bi an evvel su is bitsin gelsin paralar” İki kisi, yan yana dipdibe. Biri bakiyor evraklara, faturayi bilgisayarda kesip yanindakinin onune koyuyor ; o kafayi kaldirip sizden parayi istiyor.... Iste tum noterler, bu sahislarina munhasirlikla bende yer etmisken, bu oglen bagdat caddesi erenkoy noterinde dumura ugradim. İcerisi sik, sakin , sessiz, sanki herkes Serki Doryan’daki bric turnuvasina katilacak , bekleyenlerin hepsi 60 plus, hepsi inanilmaz zengin , ve hepsi torunlarinin uzerine yuzbinlerce dolarlik evleri arsalari gecirmeye gelmis. Bi ev muhabbeti bi dolar konusmalari, okumadan imzalar, kapida bekleyen soforler... Noter’in basi egikti, imza lütfen dedigimde inanilmaz bi gulumseme ile kafasini kaldirdi , pis sakalimi , siyah montumu, gozluklerimi daginik saclarimi gorunce , bi anda gerek yok yapmacikliga diye tarz ton herseyini degistidi....

Wednesday, March 22, 2006

Ay ve yıldızlar artık bana çok yakın


bir rüyam gerçek oldu
aldığım en güzel doğum günü hediyesi

Monday, February 20, 2006

İstiklal Yerlerdedir!


lisenin ilk gününe dedem ile gitmiştim ilk vapur ilk tünel ilk istiklal caddesinde yürüyüş dolmuşlara binme istiklal üzerinde taksim çiçek pasajı donerciler kız liselerinin çıkışlarında manita avı nice sarhoş yürümeler barlar tünel galatasaray

10 sene okul üstüne bi hayat

aylar sonra bu pazar bresson'un muhteşem sergisinden sonra tünelden inciye doğru yürüyüşe geçme yerler belliki bebek-rumeli hattında döşediği granitler ile paranın böğürüne koymakla yetinmemiş "belediyedetanıdıkvarabisi" bi sekilde bu istiklalime de el atmış her yer granit bütün arnavut kaldırımları sökülürken meğerse içimden de birşeyler sökülmüş, bense atlamışım

eğim mimari olmadığı için ızgaralar yetemediği için çamur içinde ayakkabılardan öte , içim gitti çirkinlik ve çamurdan öte ruhum balçık olmuş beni dürttü ben gidemedim varamadım bi türlü

bu rezaletin sorumluları: yukariya havale ediyorum sizi varsa elbet bi gün o gün ahımı alın tefeler küfeler ile

sadece ve sadece tramvay raylarının arasındaki taşlar kalmış geriye

dedem tramvay yapılırken çukurlardan zıplaya zıplaya yürürdü 68inde ama sevinçli çünkü onun tramvayı geri geliyor diye çocuk gibi sevinirdi yetmedi ömrü tramvayın başlamasından 6 ay evvel gitti işte aynı sıkışan kalbi gibi , dedemim ruhunun da o raylar arasında sıkışıp kaldığını hissettim bende, hep arasından yürümeye özen gösterdim
------------------------------------------
x-em - t.t.e.o.t.w.a.o.'them!

Sunday, January 01, 2006

The Keyless Man