Saturday, June 30, 2007

Gravity


Cure, Smashing Pumpkings ve Placebo'dan sonra 5. olmadan 4.
geceleri gündüzleri göz yaşlarına boğmuş
en yukarılara çıkmarmış James'i görmeye gitmeden yola çıkmadan evvel
Billy Corgen ile beraber the ring will be closed this autumn.

This race to space
Well learn to release ourselves from the weights of gravity
Our highs are higher than our lows
This worlds a state of mind
I can hear your thoughts much too clearly
From slime to ape, well learn to fly

Low Low Low - James

Friday, June 29, 2007

Leuba Louis


sabah işe gelirken çekmecemden hiç ama hiç takmadığım; saat takmayı sevmediğim, dedemi her saniyesaat düşünmeye tekrar başladığım ve belki de geriye kalan bu en müthiş ve tek mirasını kaybetmekten korktuğum için takmadığım saatini

bu sabah taktım.

Eski saatlerden olduğu için durmuştu. Ayın 20'sini gösteriyordu tarih. Hızla ileri aldım 29'u yaptım. Sonra çalışması için kurmak geriyor, bi ileri bir geri bi ileri bir geri. Çalışmaya başlayınca da gün içersinde bir iki kere daha kurmak gerekiyor.

Benim gibi akıllı insanlar hatta cin akıllı insanlar ve bardağın kalan son damlasından ilk damlası gibi zevk almayı becerebilenler hayat boyu geçen zaman içinde ne zamanı durdurabilecekler ne de ileri alabilecekler aynı tempoyu yakalayabilmek için. Jantı eğrilmiş like a small bike they will astray from left to right towards back and front; holding the wheel in agony and dispair and they will loose control immediately rather eventually, they will end up in dark alleys and valleys hitting the corners of loneliness, bruising hearts with fears and pityness. In fears and tears, they will wake up next morning and look at the clock and start where they have been left or taken to...

Thursday, June 28, 2007

B-side of my life

not my name not my eyes not my job not my fear not my legs not my kitchen not my skin not my email adress not my vespa not my family not my dog not my city not my diet coke not my early awakening not my shivering not my team not my food not my fuck not my agony not my music not my balcony not my star not my moon not my you not my me not my us not my them...it is the B-side of my life, it's the duality of me versus me.

Wednesday, June 20, 2007

Side by side



geçen sene Bodrum, bu saatler bu mevsiler hepimiz bir arada, ananem maviye kara gözlükleri ile, ben yutkunamamalara, babam oltaya, annem anasına bakarken, o iki yastık sanki orada sanki bugünü anlatırcasına bomboş, yapayalnız.

Nasıl hala içim acırken bu kadar hayat ve rutinini siktiredip bir durup bir nefeste bir seste kendim olamıyorum, ya da oluyorum da nasıl anına kaybolup gidiyor.

two pale figures
ache in silence
timeless
in the quiet ground
side by side
in age and sadness

i watched
and acted wordlessly
as piece by piece
you performed your story
moving through an unknown past
dancing at the funeral party

memories of childrens' dreams
lie lifeless
fading
lifeless
hand in hand with fear and shadows
crying at the funeral party

i heard a song
and turned away
as piece by piece
you performed your story
noiselessly across the floor
dancing at the funeral party

Saturday, June 16, 2007

Boulevard of Broken Hearts


mükemmel. Full inmedim Vespa'dan, rüzgarlığı çıkardım, önce sanki arabanın freni patlamış gibi korktum, sonra nereden çıktı bu rüzgar dedim, kaskın arasından kulaklarımın kenarından boynuma oradan tshirtün içinde...bastım Cihangir-Zincirlikuyu-Bebek-Beşikaş. Güneş batıyor. Birazdan gene çıkacağım. Belki artık fotoğraf çekmeye tekrar başlamam lazım. Şu lazımların üzerine ilk defa gitmeye başlayıp klozetin yırtılmış eskimiş kapağını sonunda değiştirdim be. Ne yazacağımı bilmeden buraya yazmak oldukça hoşuma gitmeye başladı. Saçımı kestirdim, kestirdikten sonra baş masajı yaptırdım. Uykum geldi.

Dün en son sahne: Koltuktayım, elim donumun kenarından girmiş kalçama dokunuyor, kapı açıldı, gözüm açıldı, abim girdi koluma girdi yatağa taşıdı. Ne zaman taşındım en son.

I'have been waiting for this moment all my life but it is not quit right.

I have been waiting for the silence all night and its quite near.

Kilo aldım. Değnekler yüzünden stress yüzünden aksayan hayat yüzünden.

Koşmayı ve koşarken de herzamanki gibi boğaz boyunca şehre bakmayı ve her ama her senemi düşünmeyi çok özledim. Birinci kilometrede ne olduğumu şaşırırım ve dizler patalayacak gibi olur sonra 2-3 telkin ve hadi ile geçer; 5-6-7 de alışırsın çakılır gidersin, 8-9-10 da eğer giydiğim pamuklu çok pamuklu değilse göğüs uçlarım akan terin tuzundan yanmaya başlar. Acır kızarır.

The charlatas'ın konserinde ilk defa surfing yaşamıştım. Chicago'da onlarca elin üzerinde tüm sahnenin üzerinde flat bir şekilde sarhoş ve zurna uçup durmuştum , ve şansa ahali uzun süre bırakmamıştı. Ertesi hafta gene Chicago'da Kurt Cobain'in intahar ettiğini duyup ağlamaya başlamıştım. Sonra Ali'yle her Kurt Cobain çalışında Ny'da, Bodrum'da Chicago'da, İstanbul'da sigara yakmaya söz vermemiz ve her seferinde yakmamız. Oh ! Tell me where did you sleep last night. Şu anda da The Charlatans'ın Loving you is easy şarkısı çalarken hayatımda bu kadar boktan bir şarkı diyip sonunda o son saniyesindeki gitarlarda nasıl dağıldığımı tekrar anlayabilmek için stop'a basmıyorum.

Hep telkin hep incir ağacı hep dönen yer küre, hep hissetmek, hem zorlamak hep ağlamak hep olgunum diyip şu dertleri şu korkuları şu abuk subuk hayatımı düzene çıkarmaya çalışırken kaybetmek ananeyi sonra anneye sarılmak korkmak, deli gibi korkmak, sabah erken kalkıp gene ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu anlayıp gene telkin ve endişeitmetaktiklerini başarı ile geçip işte o an geliyor ya , o an böyle dank diye gene bencil gene şeytan gene bencil ve daha 1 ay evvel daha 1 hafta evvel korkunun dibinde altıma işerken...herşey nasıl bu kadar çabuk kayboluyor ?

Çok yalnız kaldığım çok yağmur yağan soğuk bir Indiana gecesinin ufak bir köyünün ufak bir ara sokak barında Jack Daniels ile ilk tanışmamda ve tüketmemde, karşımda bir anda onu görmüş yakaları dik ve yağmurda yürürken, konuşmaya başladım onunla, taa ki bir zenci saygılar abi gelip o posterle ne konuşuyorsun diye yanıma oturduğunda. Hep aradım işte bu posteri bu şehirde bulamadım. Amazondan da hayatımda hiç sipariş vermedim ki ben. Kaldı öyle akılda.

Sunday, June 10, 2007

Baaaaammm

boktan bir jazz çalıyor, kiraz yiyorum, erik yanında ama çok yumuşak, ayaklarım çıplak, hafif üşüdüm, yarına bir iki eft yaptım, o efteleri defterimden sildim, haziran sıcağı dışarda, sabah erken kalkacam , yatarken diş fırçalayacağım, telefon çaldı Batu aradı, Nadal puanı aldı, kapı çaldı, milkshake geldi, çilekli, midem şişti, çişe gittim, karnım acıktı, kahve yaptım, sırtım kaşındı...sonra/şimdi/aniden/sonrageneyeniden

gelen soru işareti, nasıl olur? nezihem, Nezoş yok artık? 6 hafta evvel kucağındaydım, 4 hafta evvel öpüyordum, şimdi yok, sesi beynimde her yerde...

baaam. Yere vuruyorum. Kalkıyorum. Bamm yere vuruyorum, kalkıyoyorum. Bam , yere vuruyorum kalkıyorum.

İşte böyle bir hal aldı 14. gününde.

My


head spinnig, ear bumping, soul fears the time now. Do I see blurred? Do I see red ? Do I see like a stray dog? What color is my eye? Do you see nothing but brown?
Or do you see the twisty branches of a Lilac tree...leading to the depths of my fears? Call the doctor now, shit it’s Sunday, then play the surrender, Sky-white sheets, an autumn breeze, a fatigue soul: wakes up to a misty road.

10/6/7

Saturday, June 09, 2007

Why the fuck r u looking at me!


o kadar güzel bir hava var ki dışarıda ve ben bilgisayar uygulamaları yüzünden o kadar içerde ki, öyle camdan içeri girmiş cama dönmüş kara sinek gibi yapışmış kalmış durumdayım.

Ofisimin tam karşısında bir park var ve parkın içinde pankartların birinde ur-etiyoruz yazıyor, kalabalığı gördüm indim nefes almaya, baktım park şenliği ama gözle tutulur elle yenir birşey yok geri döndüm ve dönerken de karar verdim:

Haftaya pazara kadar bi avlu bi köşe bi meydan bi park seçeceğim kendime. Siyah ve en kötü polyetilenin kullanıldığı o zehir simsiyah leke yapan torbalardan bi tanesinin içinde 8-10 bira 4-5 avuç kuruyemiş ile oturacağım. Evet yere oturcağım.
Eskiden farketmezdi bira olsun yeterdi, şimdi az soğuk olanları geri göndermece diyarından çıkıp karılık yapmadan, öyle mal gibi, öyle hayvan gibi, öyle çiş gibi olsa dahi, öyle zurna olsam dahi, it gibi köpek gibi içeceğim. Kalkıp bi duvarın arkasına bi ağacın dibine işeyeceğim, sonra bi daha işeyeceğim, sonra belki tinerci belki yaşlı belki serseri belki dertli birini davet edeceğim yere, neeeeyse ne diye konuşacağım, hatta belki de kalkıp bira alıp geri geleceğim. Belki de üstümdeki tshirtü çıkarıp ona vereceğim hatta belki de beraber kavga çıkaracağım. Ya da ne bakıyorsun be kardeşim, Yani yetti gayri, uzaksa sonbahar al sana trompet al sana bi tabure, yeter işte. Serbest falan da bırakmaya çalışmıyorum sıkışmış ruhumu, ya da anane kaybetmesi sonrası dalgalar falan da basmış değil odayı, ya da küllükler tepe tepe dolu, öteki tarafa ulaşmaya da çalışmıyor bu beden, yahu her bi bokun altında bi taş aramaya da gerek yok...

Sanıyorum... a big..a very big...a very big FUCK YOU ...to you!

I will be chasing a starlight


Until the end of my life
I don't know if it's worth it anymore...(m.)

tırnaklarım uzadı, sabah keserim, kesemedim, çünkü güneş gözlüğüm evde değildi, çünkü banyoda hiçbir zaman kesmedim, hep balkonda keserim ve gece kesemem.
annem uğursuzluk getirir dediğinden, balkon da sabahları full güneş aldığı için güneş gözlüksüz göremiyorum, parmaklarımı keserim diye korkuyorum.

Dün akşam yakup sonrası anne ile, sabah Arnavutköy güneşinde babamın doğduğu semtte kahvaltı ettik. Sonra unutulmuş telefon geldi, annem gitti, işe geldim, planlı yazmaların arkasından biraz düşmeye ihtiyacım var diye yazıyorum işte.

Gene son zamanlarda deli gibi kolonya boşalttığımdan ellere, derim soyulmaya başlamış, durmalıyım.

Smashing Pumpkins, üç büyüklerden biri, The Cure'u 2 defa, Placebo'yu 3 defa gördükten sonra halka tamamlanacak. 1979, saçlarım omuza düşer bahçede yanımda cag'den basıp durduğum bira, ayak çıplak üst çıplak, patenler yanımda, saatlerce içerdim, zurna olana kadar, patenleri takar, okulun en yüksek otoparkına asansörle çıkar, booooooomm aşağı son sürat kayardım, bi daha , bi daha, bi daha...

korkmazdım, deliydim, hala deliyim, ama korku belirsiz gidip gelmeler içinde


C'est le malaise du moment
L'épidémie qui s'étend
La fête est finie on descend
Les pensées qui glacent la raison
Paupières baissées, visage gris
Surgissent les fantômes de notre lit
On ouvre le loquet de la grille
Du taudis qu'on appelle maison

Protect me from what I want (p.)

Tuesday, June 05, 2007

5. gün

ve gün bitti. Hava karardı. Ekimden kalma. Telefon çalmıştı, kız ne iş yaptığını anlatıyordu, abim kaybettik dedi, ağlamaya başladım, kız çıktı eve gitti, ben anneme. Şimdi kaldığımız yerden devam edeceğiz, kapı çalacak tekrar mülakat için, kapı çaldığında ananem vardı, oturana kadar da vardı, kız konuşana kadar da hayattaydı, ama şimdi aynı sekanslar tekrarlanırken ananem yok, nasıl tutacağım kendimi? nasıl duracağım kızı görür görmez kapıda, o bıçak saplanmasını, onun karşısında yaşadağım. O da herhalde oldukça mahçup bir tebessüm ile başınız sağolsun çekecek. Ve sonra kariyer ve para ve iş ve trafik konuşacağız...bütün gün başarıyla yaptığım gibi ben olmamayı başarmaya çalışacağım, sonra gidecek, sonra duraksayacağım. Ve sonra bu blogda başlangıcından bugüne doğru oldukça personal olmaya başlayan ve kimsenin de okumasını istemediğim belki adını sanını değiştireceğim blogda bu yazılar azalacak hayat devam edecek, ederken de ben gene dehlizlerden dehlizlere geçip yaşamaya devam edeceğim.

Monday, June 04, 2007

.


travis, the cure, placebo meğer aşklarıma melan kolime ya da delirmelerime söylemiyorlarmış sadece, nasıl bunca şarkı sana da sesleniyormuş... an geliyor normalim, su içiyorum, yemek yiyorum, sonra bi anda sen geliyorsun ve ölüyorum ve kitleniyorum ve titriyorum ve parçalanıyorum ve yok oluyorum ve karanlık basıyor. sensizim, açım susuzum, gelmek istiyorum gelemiyorum, halbuki oturup tozunu toprağını yutup bayılana kadar, delirene kadar, sapıtana kadar, sağımı solumu kırana kadar, bebeklerim kuruyana kadar ağlamak istiyorum, I'll be wallowing in pity, ve kafan ve saçların ve kahkahan ve sesin, ve tenin ve kokun ve kokun ve kokun ve resmin ve dedem ve sen ve bayramoğlu ve bostancı ve balık ve sen ve ve sen ve sen ve sen ve sen, ne yapacağım, When I dream I dream of your kiss, bu akşam uyuyacağım , yarın uyanacağım ve gene yoksun , ve inanmamak yok, inanmak şart ama gücüm yok hala büyümedim hala kucağına kapanmak ve ağlamak ve sevmek ve tanrım ve sana ve sensizige ve hicbirseye....
Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head
As the bruises turn to yellow
The swelling goes down - P.t.c. placebo

Saturday, June 02, 2007

Apart


korkuyorum...dün, bugün, yarın, başladı. Ne kadar sürer bilmiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Çok yalnız ve uyumak ve uyanmak ve tekrar uyumak. Kokusu, sesi, duruşu, sevgisi , sevgim. 31 Mayıs,kıpkırmızı dolunay, o giderken doğuşu, dedem? dedem! dedem! We used to be so close together! Son kez bilerek mi sarılmak isterdim, şimdi bir kere daha sarılmak için herşeyimi vermek mi isterdim...Nasıl birşey bu ? Nasıl yetmiyor herşey. Anılarımın kuvveti altında bin kat daha eziliyorum. I thought it would last forever. O balkonda, dedem ve sen, ve mavi şemsiye, ve bi tabak kiraz, iki kahkaha, üç öpücük.

Nezihem.

How did we get this far apart?