Monday, November 17, 2008

12. gün

Koskoca bi koridor. Toplam 16 oda. Oksuren balgam tukuren inleyen oksijen aletinin tisss sesi gelen ahmed hamdi tanpinarin romanindan cikmis mücahir kogusu gibi bir yerde insani umitlendiren tek sey dakikasi yavas da olsa hep ileri giden beyaz yuvarlak duvar saati...

Hayal



Yapmam gereken tek şey vaktin geçmesini beklemek. Ne kadar zor da olsa her geçen gün daha iyi hissetmek mümkün. Gerçi her gün acaba bugün ne olacak hangi korku gelip beni saracak endişesi de bir yandan kemirmeye devam ediyor.

İnanılmaz bir çaba ile sakin ve sessiz ve dingin kalmaya çalışıyorum. Hatta her saniye bunun egzersizini yaptığım bile söyleyebilirim. Ama olmuyor. Beynim detaylarda yüz binlerce parçaya bölünmüşken bu egzersizler esasında açmadığım çekmeceleri ya da bin yıldır aklıma gelmemiş şeyleri getiriyor.

Annem çok yorgun.

Daha geçen ay 3 post aşağıda yazmışım babam çok güzel bir yaşta diye. Çok uzun bir masa hayal ediyorum güldüğümüz ailecek çok güldüğümüz bir masa.

Bir arkadaşım blogumu okumaktan nasıl bunaldığını belirtmişti çok evvel. Amma velakin zaten bloglar ilk hurra herkes okusun paylaşsından çok onca taslak ve fikir dünyası içinden çıkıp “kimse okumasın benim arka odamı” ya dönüştü. Ki bu nedenden sevgili mahkememiz kapattığında blogger’ı yazamamaktan okuyamamaktan daha çok kendi odamıza dinlendiğimiz ağladığımız güldüğümüz kendi odamıza girememeye kızmıştım.

Hayallerimden bir tanesi bu resim. Sarayburnu’nda lüfer zamanı. Balıkçılar yan yana dizilmiş oltalarını sallandırıyorlar. 2 kere çıkmış olmama rağmen eli boş dönmüştüm. Akşamüstü güneşi batarken idi bu an. İnanılmaz sessizlik içinde, benim bu aralar bir türlü olamadığım, sanki ibadet eder gibi oldukları yerde fazla kıpırdamadan…Ama belki de içleri inanılmaz kıpraş kıpraş, bin huzursuz, rast gelmezse ne kazanacak, kendine ailesine nasıl bakacak belki de it gibi huzurlu “delir İstanbul delir beni alma içine beni dalgalarımda rahat bırak ben iyiyim böyle” lerinden…

En uzun gece biter, belkiler hiç bitmez.

Saturday, November 15, 2008

10. gun


Babam uyuyor. Kite father. Tam 10 gun oldu bu pencereden istanbula bakisim.

Tek dilegim buradan bi an evvel cikabilmak.

Ben babami öldu hiç zannetmemistim o geceye kadar. O acilin önunde annem ben ve abim. Hic bitmeyecek.

Simdi.

Yogun bakim sonrasi o babaya acaba bi daga kavusabilecek miyim bilemezken 10 gun gecmis bile.

Babam. Ben.

Ben. Babam.

Gecenin karanligi odada ama disarsi dun kadar aydinlik.

Cok yorgunum.

Babam daha yorgun.

Guclu olmayi daha guclu olabilmeyi istemek.

Gidelim buradan. Bi an evvel gidelim.

Tum bu manzaraya ragmen kacip gidelim.

Friday, November 14, 2008

Banliyö



tam 10 sene sonra bindim ve tam 10 sene sonra ne trenlerin ne de bu (trenin durak tabelası bi şekil ekleyemiyorum sayfaya :( )tabelanın değişmemiş olması müthiş hoşuma gitti.

Dedem…Okuldan alır, Karaköy’den biner Haydarpaşa’da iner bi türlü saatinde kalkmaz treni (bugün bile) beklerdik. Trenin uyku getiren tıngırtısı meydan okuyan dedemin, gözlerimi açıp büyük heyecanla kulak verdiğim hikayelerini, geçmişi 30′ları 40′ları dinler bu yolculukların hiç bitmemesini isterdim…

Feneryolu’nun faytonlarını, Erenköy’ün köşklerini, Süreyyaplajı’nda nasıl denize girdiğini, Bostancı’dan öteye kurt indiğini dinler yol alırdık. Yazları, bu “neşeyolculuğu” neredeyse 2 ye katlanır, yazlığa giderken taa Çayırova/Bayramoğlu’na kadar dedemin kucağında hayata bakardım. Cevizli’den sonra anlatacak fazla birşeyi olmasa da Tuzla Tersane’sinin ve o büyük gemilerin seslendirttiği “Dede baak!” lar…

Bugünse yolculuk Erenköy’de son buldu. Değişmiş sokakların arasında hala bir iki köşke de gülerek, babaya doğru yürüdüm.