Monday, November 17, 2008

Hayal



Yapmam gereken tek şey vaktin geçmesini beklemek. Ne kadar zor da olsa her geçen gün daha iyi hissetmek mümkün. Gerçi her gün acaba bugün ne olacak hangi korku gelip beni saracak endişesi de bir yandan kemirmeye devam ediyor.

İnanılmaz bir çaba ile sakin ve sessiz ve dingin kalmaya çalışıyorum. Hatta her saniye bunun egzersizini yaptığım bile söyleyebilirim. Ama olmuyor. Beynim detaylarda yüz binlerce parçaya bölünmüşken bu egzersizler esasında açmadığım çekmeceleri ya da bin yıldır aklıma gelmemiş şeyleri getiriyor.

Annem çok yorgun.

Daha geçen ay 3 post aşağıda yazmışım babam çok güzel bir yaşta diye. Çok uzun bir masa hayal ediyorum güldüğümüz ailecek çok güldüğümüz bir masa.

Bir arkadaşım blogumu okumaktan nasıl bunaldığını belirtmişti çok evvel. Amma velakin zaten bloglar ilk hurra herkes okusun paylaşsından çok onca taslak ve fikir dünyası içinden çıkıp “kimse okumasın benim arka odamı” ya dönüştü. Ki bu nedenden sevgili mahkememiz kapattığında blogger’ı yazamamaktan okuyamamaktan daha çok kendi odamıza dinlendiğimiz ağladığımız güldüğümüz kendi odamıza girememeye kızmıştım.

Hayallerimden bir tanesi bu resim. Sarayburnu’nda lüfer zamanı. Balıkçılar yan yana dizilmiş oltalarını sallandırıyorlar. 2 kere çıkmış olmama rağmen eli boş dönmüştüm. Akşamüstü güneşi batarken idi bu an. İnanılmaz sessizlik içinde, benim bu aralar bir türlü olamadığım, sanki ibadet eder gibi oldukları yerde fazla kıpırdamadan…Ama belki de içleri inanılmaz kıpraş kıpraş, bin huzursuz, rast gelmezse ne kazanacak, kendine ailesine nasıl bakacak belki de it gibi huzurlu “delir İstanbul delir beni alma içine beni dalgalarımda rahat bırak ben iyiyim böyle” lerinden…

En uzun gece biter, belkiler hiç bitmez.