Monday, April 21, 2008

Bir yüzyıldır öylesine duran bir resim


Feriköy'deki latin mezarlığına bir dostumla beraber geçtiğimiz cumartesi uğradık. Bu hayat üzerinde yüz yüze kendi soyadından birisine rastlayabileceği tek yere tek mezar taşına bakmaya bulmaya gittik ve buldukta. Hüzünlüydü çok.

O etkilenme o konuşmalarımız benim kendi özelimde. Bu sabah iştahla yazmak istediğim mezarlığın beni ne kadar etkilediği. Rumların, almanların, fransızların harpte ölen yabancıların krikor kardeşlerin saray sekreterlerinin mezarlarıydı orada öylesine duran. 1900lerin osmanlısından ve sanki daha sonra bu toplumun nasıl bir devşirme kaynaşma defetme yıllarının arasında yürüdüm.

Koskoca mezarlıkta dolaşırken karşıma bir anda devasal bir anıt çıktı üstünde yüzlerce insanın isminin soyadının yazdığı. Tek dostu ben olan adam, yarı fransızcasıyla anıtın tepesini okuduğunda bu anıtın içinde 1870 yılınde Pera'nın yeniden yapılanmasında kazma kürek yıkılan mezarlığın taşınması ile birlikte ölenlerinde içine taşındığı yazıyordu.

Yaklaştık, yakınlaştık demirlerden içeri baktık. Yüzlerce kafatası binlerce kemik öylesine içerde yatıyorlardı. Hayatımdaki en ürperten görüntülerden bir tanesi ile karşı karşıya kaldım.

Daha fazla düşündüreni mezarlığın kimsesizler bölümü ve kimsesizleri. Ufak bir kiliseyi andıran mezarların bi tanesinden içeri girdim. Yukarda, resimdeki kişi 1903'de ölmüş ve herhalde 1903'de karısı çocuğu çerçevede resmini getirip koymuş ve 100 yıldır orada duran resimin hiçbir ziyaretçisinin olmaması belki de tüm akrabaların 1940 olaylarında ülkeden kaçışı ve geri gelmeyişi. Çok fazlaydı bunun gibi yalnız çerçeveler. Taşların üstünden çoğunun esanaf olduğunu anlamak veya saray halkını görebilmek ister istemez o karışmış istanbul halkının huzur dolu günlerine götürdü getirdi.

Belki de gereğinden fazla etkilendim.

Resim, cep telefonlarının en berbat kamerası olan Blackberry ile öğle vakti flashlı çekildi.

Friday, April 18, 2008

Erguvan



en merak ettiğim en karşısında durup hissetmeye çalıştığım nasıl ama nasıl basit ve güzel hayatları vardı ? nasıl yaşarlardıyı biraz olsun okuduğum kitaplardan anlatılanlardan da esinlenerek hisssetmeye çalışmak. Evin bahçesine bakıp en azından bir ağaç varsa "buraya salıncak yapmışardır" diyebilmek.

erguvan: hristiyanlara göre isa'nın havarilerinden birisi onu ele verip, çarmıha gerilmesine sebep olduktan sonra pişmanlık duyup kendini bu ağaca asmış. ağaç da dallarında can veren bu adamın alçaklığından dolayı utancından kıpkırmızı olmuş. o günden bu yana böyle rengarenkmiş (internet)

bu erguvanın büyüsü 2 yerde gizli...

1- bogaz hattinda o muhteşem fışkırması, yalılarda az kalmış yeşil alanlarda

2- ağaç yeşillenmeden, kupkuru dalından fışkırıyor bu çiçek, önce çiçek ! sonra yaprak !

bu fotoğrafı nikon ile esasında bir hayli de zorlanarak kumes gibi dörtgen baklava tellerin arasından çektim, hem de boğaza yakın şehrin en şehirleşmiş caddelerinin bi tanesinde, arada sıkışmış herhalde miras kavgasında paylaşılamamış hala solumaya çalışan bi binanın önunde belki de gördugum en devasal erguvan karşısında gercekten hayalperest merest biraz da donakalarak

dalip gittiğimde gene bi daha: taaa düşünemeyecek duruma gelene kadar - dedemi düşünüp - nasıl hayatın, uzun bir masadan salatalıktan domatesten poğaçadan ve çaydan ve kahkahadan ve dedenin o tertemiz gömleğinin kokusundan ve kafasındaki limon suyu sürülmüş kurşini beyaz saçlarından oluştuğunu düşündüm

Dağıldım, ofise döndüm.

Ananemin 1 senesinin dolmasına çok da az kala, dağılmayı durdurmaya bayağı da bir zorla... çaba ile gözyaşı ile cure ile placebo ile devotchka ile ve tabii sonunda rakı ile döndüm işte geriye...

Monday, April 07, 2008

ya havle ve la kuvvete illah billah aliyül azim

ya ben bu yönetim ve bu takım yüzünden akşam akşam kalp krizi geçireceğim yeter yahu
hepnize yeter yahu
delirdim ulan
bittim ulan

Sunday, April 06, 2008

Deneme



Bir gece ki !
Aldı beni rüzgar ile
Bostancı'dan dümdüz Haliç'e

Titrerken cılız ışıklar dalgalarda
İçim yansıdı sularda

Her atılan halat gibi iskele gibi
Attım kendimi Haseki'nin pek de yalnız bir bankına
Öyle pervasızca öyle danduna

Kaldım kıpırdamadım

Söndü vapurun ışıkları
Uzakta yanan bi izmarit
Yere havadan sessizce düştü kaldı

Yolcusunu beklerken o
Bekledim ben de sabahı

Öyle serseri
Öyle üşümüş
Öyle tek başına
Bir yuduma hasret
Kalakaldım sabaha

resim: Boğaz vapuru - 2008 - enstantene 3 saniye - hava soğuk - rüzgar evet var.

....

Herhangi bir resim koymadan bu yazıyı yazmak isterken aklımda da arkamda duran 10 aile albümünden hep gülümseyen resimlerinden bir tanesini alıp buraya koymak koyup bakakalmak istiyorum. Kaybedeli bir yıl oldu neredeyse ananemi, bi alttaki postu sanki inkar eder gibi geçmiyor. Boğazın üstündeki koskocaman makyaj pamukları gibi birbirinden kopuk koskocaman bemmbeyaz bulutlara bakıyorum bacaklarım çıplak balkonda üşürken. Çok özlüyorum çok fazla özlüyorum diye konuşmak istiyorum. Bir kere evine habersiz gittiğimde kırmızı telefonun yanında dedeme sanki hala hayattaymışcasına gibi yazdığı defteri bulmuştum. Okurken çok şaşırmış, 18lik delikanlının herşeye şaşırdığı gibi. 33 sene geçmesi gerekiyormuş o defter gibi konuşmama düşünmeme. Yazmama. Sanıyorum yazarken ve genelde hep pazar akşamları yazarken derisini atan bir yılan gibi başka birşeye dönüşüyorum. Kendimi yalnız yakalamamla beraber kaybetmem de aynı aynda oluyor.

Tuesday, April 01, 2008

Herşey geçiyor


şuursuzca sağdan defansa koşunca rakibin önüne girince dizi sol dizimde patlayınca pek de ince olmayan bacağım 2 katına çıkmış şişten hastaneye dörtler yanarak çatır çutur patlayan damarları (haemorrhage) hissederek yerlere kendimi bırakarak ağlayarak haykırarak çapanın koridorlarında sürününce

öleceğimi zannetmiştim.

Bacağım düzelmeye yakın motorun altında kalan parmağımı da kırınca acıdan gece ayağımı kesiyorlar diye gene ağlamıştım

fenerbahçe alması gereken maçı alınca hagi golü atamayınca ve ibneler şampiyon olunca maçkadan arnavutköye yürümüş üzüntümden dolmabahçede atatürk'ün yatağında ölmek istemiştim.

orta 2'de sınıfta kaldığımı öğrenince karaköyden kadıköye vapurun en arkasında köpüklere bakakalmış aynı vapurla tekrar geri dönmüştüm farketmeden karaköye

hayatımın en üzgün günlerinde balkonda arnavutköye bakıp ağlamaktan gözlerimde yaş kalmadığını zannetmiş aynaya koşup kontrol etmiştim

2 ay evvel sırtıma koltuktan fırlayan bir boru saplandığını zannedip boyun fıtığı korkusuyla Mr çektirmiş 2 gün kasılmış 3. gün normale dönmüştüm.

Ayaklarımı meis'e doğru yerden kesip 1ooo metre yukarida rüzgarı dinleyip içim çekilirken sanki sonsuza kadar öyle huzurlu olacağımı sanmıştım.

sonra yere inmiştim ...........sonra içki içmiştim sonra sevişmiş sonra gol olunca delirmiş sonra liseyi bitirmiş sonra avrasyaya girmiş sonra her sabah sonralara kalkmıştım, kalkıyorum.