Friday, August 24, 2007

koleksiyon

dedem ile pazara giderken ya da ananemle ( çok acaip sanki dedemi yazarken öldüğünü bilerek yazdım ama ananenin a'sına basınca öldüğünü unutmuştum - ve şimdi gene sel) terazilerdeki ağırlıklara gözlerim açık bakar hangisinin kaç gram olduğunu anlamaya çalışırdım.

İlk seti Ayvalık'taki antika pazarından aldım aa ne güzel dedim ve toplamaya karar verdim. Önce zor bir katagori seçtiğimi anladım çok bulunmuyor etrafta, sonra bulununca da pahalı bi katagori olduğunu anladım sonra da Kapalıçarşı'ya gidince esasında uff amma da var vay amma da pahalılar dedim. Hele hele Selçuk döneminden kalma tek parça olan 400 ytllik..harikaydı almadım alamadım ama yavaş yavaş.
Hepsini not ediyorum kaça nereden diye...and I like it.

Monday, August 20, 2007

...

gölgenin serinliğinde ve köşesinde içim bayılmış sızmış salmış dalmış kalmış dururken dizimin kenarında öylesine ufak bi kaşıntıya el uzattığımda ölen bir karınca geldi parmağıma...Bi anlam çıkarmalı mıydım dedim kendime...birçok hayatı böyle kaşır gibi rahat bir hareketleyok edip bitirdiğime mi fokus olmalıydım, yoksa sızmış dalmış bayılmış kalmış devam mı etmeliydim o saniye pek bilemedim, bilmek de istemedim.

fonda: Linkin Park - Collapsing the unit

Monday, August 13, 2007

smaller and smaller gets the ring

ananem gitti, sonra yengem, bugün amcam...hayatımda kulaklarımdan ilk defa bir merhum omay kelimesinin caminin boktan hoperlünden kulağıma tısladığını tısladıktan sonra beynimden içeri girip heryerimi dolaştığını dolaşırken gözlerimin cemaat içinde babamı aradığını bildiğim halde orada durduğunu, iki önümde durduğunu biraz solunda abimi, taa en arkada bankın yanında annemin kalabalıkta o saniye sadece bize baktığını biliyordum görüyordum.

Hiç görmediğim tanımadığım "ben senin kuzeninim birinci dereceden kuzeninim" diye gülerek önüme çıkan suratları bypass edip duvarın kenarına oturdum bi yanımda abim bi yanımda babam, gülüyorduk neye güldüğümüzü bilmeden, annem uzakta hala bize bakıyordu.

İnsanlar gördüm, ellerinin parmakları aynı benim parmaklarımdan; kadınlar gördüm, ilk 4 tekerli bisikletimin eskimiş hatırası gibi babanemin hatırasını canlandıran çeneleri burunları ve kafaları ile kadınlar gördüm. Kalkıp ayıp olmasın diye yanlarına gidip tanışmak istedim sonra siktir çektim bunca sene ben istedim de ben mi neden oldum tanımamaya.

Babam 72 yaşında hala herşeye herkese hakim olma tavrıyla arabayla uzaklaştı gitti defnetmeye. Annem, birazdan ameliyat olacak ve muhtemel çoook ama çok az ömrü kalmış teyzeme gitti kuzeniyle. Ben vespaya abim de ikitekerine atlayıp uzaklaşırken , annem hala bize bakıyordu, babama: "hava çok sıcak ceketini çıkar artık"

Travis çalıyor, güneş batarken biraz daha eyüpe dönmeye başladı, br sonbahar da göreceğim diye çok mutluyum.

Saturday, August 11, 2007

Emptiness is loneliness


J&B kış içkim. Neredeyse genelinde başka birşey içmem. Hem pahalı olduğundan hem de kendisini ara sıra ziyaret eden bir lord gibi karşıladığımdan J&D esasında bir numaram.


Ama uzun zamandır yazın Gin & Tonic mi, Vodka & Tonic mi yoksa Vodka & Soda mı diye gidip gelirken tehlikeli şekilde Vodka Sek'in hayatımda yer ettiğini hissediyorum.



Hayatımda sek olarak içtiğim en güzel vodka ve burada ve hatta çoğu Avrupa ülkesinde bulunmayan içinde Bizonların otladığı ottan olan Bison Grass Vodka - Zubrowka! Kraliçelerin kralı!


Hala Chardonney ile Sevinyon arasındaki farkı bilmiyorum bilmek de istemiyorum.



Bardak: Kaş 07, De Ja Vu Bar

Monday, August 06, 2007

i never sleep

They come and attack. At nights. Slowly, crawling, don't know from where, maybe from the ajar window, maybe during the day dropped by the green birds with the red heads onto my balcony. They hide and wait and seek in darkness the path to my sheets, climb up and attack, attack my dreams...They think I am asleep...but I never sleep. So, these foolish little midgets filled with past, as they climb up, I wait in the darkness to haunt..bit by bit i eat them, they scream in silence, I laugh in darkness.


Wednesday, August 01, 2007

Belma

Yerde sağ tarafta, dünyanınensakin kızının adı Belma. Dalma evveli suyun dibinde bizi neyin beklediğini hangi kayayı dönünce hangi amforayı, kaç metre ilerledikten sonra gemi batığına yaklaşacağımızı, ne tarafa gidesek akıntının hızlanacağını, büyük balıkların köşelerini, küçük balıkların heryerdeliğini, yerde, müthiş sakinliği ile (sanki bi kaç metre aşağısı işte benim edası) anlatıyor.

Suyun altındaki değil de üstündeki hayat esas böyle anlatılabilse ve olsa! Şu telefonu açarsan seni şöyle bi akıntı bekler, oraya gidersen böyle büyük bir balık sana saldırır, o emaili atarsan yedi email daha birden gelir, ona kızarsan onu kaybedersin, onlara uğrarsan çok içersin ve sabaha kalkamazsın, o toplantıya gidersen proje senindir ama diğerine hiç kendini yorma boşuna, o sokağa saparsan harika bir cafe göreceksin harika bir kadına da orada aşık olacaksın, cep telefonunu kaybedersen hayatında hiçbirşey değişmeyecek, bugün kask takmazsan ölmeyeceksin, ama yarın Boğaz’a girersen hastalanacaksın...

Suyun altı güzel ve sakin ve çekici, suyun üstü ne bok olduğu belli değil.

Ha bu arada, bu dalışta ilk defa bir Caretta ve Orfoz ile yüzdüm, Belma onlardan bahsetmemişti ama :)

Hold me up so high to touch the sky...

1000 metre tepeye çıkıyoruz, Veli’nin cipi ,
önde hocalar, Veli çekiyor cipi kenera “abii yaz rüzgar bu belli olmaz, kısa sürmesin” doğal sakinleştiriciyi veriyor. CD player’da ibrahim tatlıses hayvan gibi inliyor. Uçurumunkenarıdibi, önden ben gidiyorum, kask yelek tamam arkamda hoca, herşey o ana kadar tatlı, önümde iki ayrı hoca, tamam mısın?, koşacaksın , durmadan,havada bile koşacaksın kalkana kadar diyor. Kafamı kaldırıyorum aşağı bakıyorum, bağ kesiliyor, dizler birbirine çarpıyor, yere düşer gibi oluyorum, hoca iyi misin, diğer hoca kalbime bastırıyor, sayıyor, vazgeçecek misin? Ömer: hadiii orhannnnnnnnnnn ben de geliyorum.

Derin nefes, bir rüya 20 senedir, gerçekleşmek üzere , tamam sal amına koyim geliyorum.


Koşuyorum, deli gibi, 3 saniye sonra, rüzgar mükemmel denk gelmiş, havadayım. Önce bi 10 metre, altimda kayalar, sonra 50 derken, termik içine giriyoruz, 100 metre atıyor, 1200 metre civarındayız. Hep aşağı bakıyorum, ileri bakamıyorum. Ömer nokta olmuş, araba nokta olmuş. Reha Hoca (27) arkamda, sakin miyiz diyor ben bu ses normal mi bu rüzgar normal mi bu sallantı nomal mi bu dönüş normal mi. Bi anda açılıyoruz, öne bakıyorum, bu ne yaaa , bu ne yaaaaa? Bu ne !

Bacaklarıma bakıyorum, Meis’e bakıyorum. Rüzgarla ilk defa tanışıyorum. 1250 metre.

Masmavi, bir rüya gerçek oluyor.

İçim çekiliyor, hayata dair aklımda sıfır. 40 dakika. Uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum.