Monday, December 06, 2010

Biliyorum ki issiz bir koyun sakin bir kosesinde annanem ile sarmas dolassin, kalbin atiyor, nezosun saclari ucusuyor
Bir bardak rakin ve az peynirin ile ucsuz bucaksiz ruhun huzur icinde nefes aliyor
Biliyorum ki koskocaman sana koskocaman bir dunyada sarmas dolassin

Seni kaybedeli tam 20 sene oldu

Canim dedem

Thursday, November 18, 2010


Kasım'ın sondan bir evvel cuması
Bayram'ın son günü
Babam ile msn'de iki üç kelime konuştuk.
Maria Callas çalıyor - o mio babbino caro
Kırmızı deftere yazdım bu sabah
Kırmızısı beyazı fümesi hepsi birbirine girdi zaten

koşmalıyım.

Tuesday, November 16, 2010

Escape

Ayaklarım üşüyor
Kalbim ufak ufak sesini belli ediyor.
Sevdiklerim... hepsinde binlerce yol uzağım.
tek istediğim bir araba bir radyo
Radyo da ne çalarsa çalsın
Yol uzak olsun
Uzak
Uzak yol
Hep, yolun kenarlarından çok, arkasına baktığım o uzak yollar
O gün batışları
O yorgun gözlerle hala bulmaya çalıştığım uzaklar
Kaç ay oldu koşmayalı?
Bir sandalye
Mutsuz bir sandalye
Saatler süren mutsuz karıncalanma
Karınca kararınca
Bir avlu bir sokak
Bir gölge

Bir ben var içimde
Aylardır sarhoş olmadı
Aylardır dans etmedi aylardır eli kolu havada haykırmadı
Ah o sonunun bittiğini bildiğimi anlar
Ah o çok mutlu hissettiğim ama hissettiğim anda son durak diye bağıran şöför gibi beynimin arkasından inen o mutlu anlar
Yerini sanki çuval çuval
üstüme yığılmış binlerce çuval kum çuval kum kum kum çuval gibi gelen kalan yorgunluk.

Kaç seneden beri yorgunum ?

hakikaten kaç seneden beri yorrgunum?

Buranın ilk yazısı ne ?

Gerçekten ne bilmiyorum ve ne kadar yorgundum bilmiyorum ama Londra'nın sokaklarından bir iki resim olduğunu biliyorum ilk düşümlerde ve o sokaklarda yürüyen benin ben olmadığını da çok iyi biliyorum.

Bir yazı okudum 14 sene evvelinden bu akşamüstü, ve hala aklım şaşırmış 14 sene sonra aynı ben ile aynı yazıyı okuduğum aklım şaşırmış duruyorum.

In the deepest ocean
The bottom of the sea
Your eyes
They turn me
Why should i stay here?
Why should i stay?
I'd be crazy not to follow
Follow where you lead

Your eyes
They turn me
Turn me on to phantoms
I follow to the edge of the earth
And fall off
Yeah, everybody leaves
If they get the chance
And this is my chance
I get eaten by the worms
And weird fishes
Picked over by the worms
And weird fishes
Weird fishes
Weird fishes

I hit the bottom
Hit the bottom and escape
I hit the bottom
Hit the bottom to escape
Escape

Saw you crashing round the bay
Never seen you act so shallow
Or look so brown
Remember all the things you'd say
How your promises rang hollow
As you threw me to the ground

And if you're ever around
In the backstreets or the alleys of this town
Be sure to come around
I'll be wallowing in pity
And wearing a frown
Like Pierrot the Clown

When I dream I dream of your lips
When I dream I dream of your kiss
When I dream I dream of your fists
Your fists... Your fists

Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head

p.


gençtim güzeldim yakışıklıydım serseriydim tek başımaydım çok başımaydım acı içindeydim keyif içindeydim gençtim ama kafam bin dünya bir orada bir burada bir zaman içinde dolaşıp bir zaman içinde kaybolup kendimi bulup kafamı hoperlörlere sokup votkadan çıkarıp sokaklarda ağlayıp sokaklarda yatıp ekmek çalıp peynir çalıp okul kırıp yalan söyleyip kalp kırıp kalp çalıp bir orada bir burada yumruk havada

"arkana yaslan, kuyuda paslan"

Tek başına bir izmir deplasmanı, tanımadıklarım arasında GS maçı.

Çak bana çak


Çak bana cak,
bir duble rakı cak!
Buz istemez, su istemez,
Aşka pansuman yetmez.
Çak bana çak!
Bir duble rakı çak!
Orhan
14/05/2003

Viyana

12 06 1996

Bir gün gelecek tüm denizler benim olacak ve üstündeki adalarda. Hepsinde benim bayragim asili olacak, hepsinde benim insanlarim calisacak. Kosuyorum ileriye hic yorulmadan, bakmayin siz görüntüme , onlar sadece acilarimin disariya vurmasi ama sirtima bir kirbac gibi inip beni daha fazla hirslandiriyorlar.

Biktim artik yapmacikliklardan, tüm yalanlardan, ve tüm sahtekarliklardan. Artik hep ben, ben, ben olacak. Beatleri kalbimde ve beynimde hissediyorum.

-----------

viyana'da yazmışım 14 sene evvel.

14 sene sonra viyana'da ben ben olarak yürürken, döndüğümde gene ben ben değilim.

Karanligin İcinden Gecerken

Sabahin 04:30’u.

Penceremden disariya bakiyorum.

Kollarim acimasin diye solmus bordo rengindeki yastigi pervaza koyaraktan birakiyorum kendimi İstanbul’u dinlemeye.

Uykum aciliyor yavas yavas, üstüm çıplak, sıcagin icinden esen rüzgar yetiyor ayakta dusune durmaya. Tek tük, isigi acik evlerden baska, ana sokaklari aydinlatan lambalar cizgileri olusturmus, damlarin kenarina kadar yansimayi yapip sonra eriyip gidiyorlar pesi sira evlerin catilarinda. Saat kac olursa olsun eko yapan, bi uzaktan bi yakindan duyulan, bazen topluca bazen tek basina havlayan köpeklerin hepsini bi anda susturabilirseniz sabredip; ve ayni anda sokaklarda cop kamyonu yoksa, herhangi bir taksi asfalti konusturmuyorsa iste o muhtesem sessizligin icinde duyabilirsiniz o sesi.

O , karanligin icinden gecen, yükü gibi agir sirlariyla yavas yavas ilerleyen; o bogazin sularini; dümdüz olmus carsaf gibi sularini kesip giden siyah karanlik gemilerin seslerini; sileplerin o muhtesem, motor dairesinden cikan piston, cark, ocak, boru, motor her neyin karisimi ise o agir kütle seslerini duyabilirsiniz.

Geceleri o sesi duyabilmek icin baka baka Ege’ye dogru giden her gemide yesil bir isigin; Kardeniz’e giden her gemide de kirmizi bir isigin oldugunu farkettim. Karsisindakine “senin gectigin yollari simdi bak ben geciyorum” gibi ta uzaktan farkettirecek bir isik. Belki de o isigin altinda geminin güvertesinde sessiz İstanbul’a bakip sarma sigarasini tüttüren yabanci... limanda belki bir gün konaklasa Taksim’de yururken tanisacagi uzun etekli cingene gorunumlu kadina belki asik olabilecek; sadece ceketini ve kimligini alip bu bilinmeyen sehirde belki de kacak yasayabilmek icin Kumkapi’nin karsindan kendini suya atabilecek bir insan duruyor.

Belki de günlerdir suyun ustunde olmaktan belki de gectigi her limanda nefret edip biran evvel sevgilisine kavusmak icin evine dönmeye, sigaranin izmaritinin anasini satarak suya firlatip uyumaya gidecek bir asci. Bilinmedik hayatlar bilinmedik ask oykuleri ve acilar karanligin icinden gecerken dusunduruyor beni.

Hangi liman durunca bu hayattan kacarak uzaklasicaklari liman?

Makine dairesinde calisan ustu basi sicaktan yapis yapis olmus hicbir limani görmeden asagida karanlik sularin altinda karanlik camsiz dairenin icerisinde geciren adamin belki de benimle konusacak ne cok seyi vardir, durup anlatsa evindeki anasini babasini abisini özledigini. O artik her sayfasi kopmak üzere olan dergiye bakarak cektigi otuzbirler belki de yukari cikip ictigi soguk buz gibi votkanin tadi gibi eksimis, belki de günde sadece 5 sayfa okuyabildigi romani gibi zevksizlesmis; o da görmedigi limanlarin belasini vererek kisa ama tatli gelen uykusuna daliyor.

Dusunuyorum; hayatlari, o geminin üstünde, sikistirilmis konserve hayatlari sevgilisinden uzak yatagindan uzak o hayatlari.

Kömürün, yagin, sesin icerisinde; ya da yukarida yudumladigi votkasinin tadiyla gelip gecen hayatlari dusunuyorum. Hicbir zaman tanisamayacagim; hicbir zaman duyamayacagim kahramanlari, asklari; kavgalari dinleyemeyecegim dugunleri dusunuyorum.

Gelip gecen gemi yok olurken gözlerimin önünden bu sefer bir baska agir; gene o motor, cark, kazan boru, ocak sesleriyle, o karmasik kütle sesle irkiliyorum. Gene gizem dolu hayatlar gemisi gene karanligin icinden gecerken uzatiyorum kulagimi. Köpekler o sirada sessizligi bozup dalasmaya tekrar basliyorlar, pesi sira iki araba geciyor yokus asagi iskeleye dogru. Belki ekmek belki süt. Yorgun dusuyorum. Yataga atiyorum kendimi, bu sefer dusuncesiz ve yorgun. Uyuyorum.


tam iki sene sonra ve son yazının yazılmasından da neredeyse bir sene sonra oturup bugün ilk defa aylar sonra "the champion father" defterimi açtım.

İki fotoğraf çektim iki üç satır okudum ve kapadım.

Bugün babamın bana göre hayatı bırakmadığının ve bizim de ona bıraktırtmadığımızın tam 2. senesi.

Bugün bir otobüse bindim Aşiyan'a gittim.

Babamın telefonda Yaşar Kemal'in mezarını geç patikadan yukarı çık ufak bir düzlüğe geleceksin sesi peşinde, babaannemim mezarını bulmaya çalıştım, bulamadım.

4 gün içerisinde ikinci mezarlıktan çıkarken biraz üzüntülü biraz da güçlü çıktım.

Babamı ve annemi, tam beş ay olacak, görmeyeli.

Ufak bir köpek almış ?? bulmuş ??, annem köpeğin resmini gönderdi ama mms'e yenik düşmüştelefonum gösteremedi.

Sabah dayımlar gitmiş. Dayım iyiymiş.

Koskoca tarihimden bugün annem-babam-abim-dayım geriye kalanlar. Başka hiçbir şey yok. Uzaklarda bir kuzen, Ahmet kadar uzak Ahmet kadar kalp kırmış.

Babaannemin adını unutmuştum bugün. Aliye (esasında annemin Teyze'si) zannederken babam Asiye dedi.

Kulakları çok ağır duyar, kulak dibinden bağırmak gerekirdi. Ben 5 yaşımdayken gitmiş, tüm halalar-amcalar bileğindeki Trabzon bileziklerinin peşinde olduğundan ; babam annesinin cenazesini iki alt sokakta amcamın evinden çıkarken görmüş... ağlayarak eve girişini çok net hatırlayıp son dakika cenazeye yetiştiğini biliyorum. Bu 3 amcamın 2 halamın mı ne hayatımın sonuna kadar yokolmalarına neden olmuş bir vaka.

Bu yüzden babam beni bıraktığında , aynı Metin Amca'nın yüzüne bakıp Muzaffer Dedemi her gördüğümde kalbim nasıl hızlandıysa, kimin yüzüne bakacağım, bilmiyorum.

Şimdilik dakikalık telefonlarla anne babaya, yere bakmalı hararetli abi konuşmalarıyla geçip gidiyor aylar.

Sunday, October 31, 2010



"Ahh.../derin denizlerdeki/kayıp denizciler/ne kadar hür olduklarını/bir bilseler..."

Dedem Hakkında Bir Yazı

Dayımla ilk konuşmalar içinde en korkakarak soracağım soruyu sormadan evvel bilmediğim şeyler anlatmasını istemiştim.

Dedem çok zor yaşamış.

Gümrük işinde çalışmış.

Sepet işinde çalışmış (Hatırlarım gözlerimin önünde nasıl bir sepeti ustaca katladığını yarattığını, yüksek kaldırımdan plakaları alır elleriyle sepeti işlerdi. Paşabahçe'de satılırdı). Bir ara taaa bafa gölünden kerevit getirtir Paris'e satarmış.

Yakasını hiç bağlayamamış doğru dürüst. Dayım 7 annem 12 yaşındayken eminönünden sağdan soldan kullanılmış kiloluk yağ tenekelerini toplar satarmış!

Sonra bir hayaller peşinde Çerkez Şarküteri'yi Akif ile kurmuşlar işler iyi gidince de Akif dedemi satmış.

Dedem. Ananemin şeker hastalığını duyunca yıkılmış.

Nezoş, aldırış etmez dedemden gizli gizli battaniye altında supangele götürür her seferinde dedeme yakalanırmış.

Dedem.

Kocaman adam kocaman elli kocaman burunlu beyaz saçlı limon saçlı canım dedem.

Gömleklerinin kokusu hiç geçmeyecek.

P.S: 4 ay evvel aldığım bu notları sonunda kaybolacak korkusuyla oh sonunda yazdım sevinciyle buraya yazarken, kendimin kaybolacağını hiç düşünmemiştim.

Thursday, October 28, 2010

sabah 06:00
cam önü
sabah 06:30 cam önü
sabah 07:00 cafe nero
genç daha sek süt kolisini açıyor
montum sırılsıklam
ellerim buz
vespam dimdik
cafe latte
bir mail yazmaya çalışıyorum
yazamıyorum
iki gazete okuyamıyorum
ıkıncı caffe latte
trafik artıyor
dışarıya çıkamıyorum
ofis
şuursuz
beşiktaş iskele
ayaklarım sırılsıklam
cenaze
50 şemsiye rengarenk
caminin kubbesine çıkıp aşağıya deklanşörü fırlatmak istiyorum
yapamıyorum
yağmur artıyor
imamı beklemeden sokaktayım
yürüyorum
ayaklarım sırılsıklam
vapur
iki bardak çay
bir halat
yüzüme kopmasın diye sırtımı dönüyorum
vespam orada beni bekliyor
ayaklarım sırılsıklam
donuyorum
ne zaman üşümeye kendimi bıraktım en son bilmiyorum
en son ne zaman koştum bilmiyorum
kasım şimdi
kasım şimdi burada hayatımın en korkak en titrek ayı
belki de en korkak ben ayın hiçbir suçu yok
yüzbin kere kendime söylerken suratıma çarpan yağmurdan korkma diye
hep gözler kımkısık
alın çatık
bi dur bi söylediğini düşün yok
gözler hep kımkısık
alın hep çatık

annemle 1 saat telefonda bugün
ben ağlıyorum o ağlıyor
sus allah aşkına be anne
hangi resiminde güldüğünü gördüm diyip
derken buz gibi kesilip cevabını bekliyorum
susuyor
sarılmak istiyorum
o orada ben burada

dolmuştayım
kafam cama yapışmış
minik bir kulaklıkta
ananın sesine tutunuyorum
sen mutlu ol hep
sen niye mutlu değildin be anam
susuyor
hayvan gibi ağlıyorum ama duymuyor
caminin önü iniyorum
10 kasım yakın
topu topu 4 kisi
ben sen o

sanki duymuş gibi dayım arıyor
konuşamıyorum
babam bodruma inmiş gene
kimbilirniye
abim cihanla
bi saniye susun

beni duyun

mumların sönerkenki kokusunu duyun !

koskocaman bir el var
tek doğruyu söyleyen

Monday, October 11, 2010


A blank, my lord. She never told her love,
But let concealment, like a worm i' the bud,
Feed on her damask cheek: she pined in thought,
And with a green and yellow melancholy
She sat like patience on a monument,
Smiling at grief. Was not this love indeed?
We men may say more, swear more: but indeed
Our shows are more than will; for still we prove
Much in our vows, but little in our love.

SCENE IV. DUKE ORSIN by viola

3 aylar




Ekim bitmek üzere
Korkunç Kasım yaklaşıyor.
Son 7 seneyi hatırlıyorum
Son yedi tane Kasım'ı çok net hatırlıyorum.
Geriye dönüp tüm Kasım'ları bulacağım.

Hepsi mi hakikaten böyle korkutucuydu yok hatırladıklarımdan mı ibaret olay.

Ekim bugün bitti.

Her ay geldi derken ilk on gün içerisinde bitiyor.

21 Kasım'da Riva 10K gördüm bugün.

Bir arkadaşım ananesini kaybediyor ?

Üzülecek misin benim kadar diyince?

Ben senin kadar duygusal mıyım acaba bilmiyorum henüz dedi?

Tuhaf düşler görüyorum, uyurken değil uyanıkken, kumsalın üstüne kuşlar inip inip öbekler halinde duruyorlar, güneş kırmızıdan siyaha dönüyor, bir dal kopuyor, kıpkırmızı bir hayalete dönüşüyor.

Aralık...Kusmuk Aralık.

Dedem aralık ananem mayıs

insan ayını belirleyebilse ufak bir pazarlıkla

hani son bi mayıs daha dur ne olur son bi mayıs şunun şurasında haziran'a ne kaldı gibilerinden. Kasım'ı seçerdim.

Sunday, October 10, 2010

3


Babam, deli babam, arabadan indim ne hortumu bıraktı ne başka birşey. O saniye charliston yapmaya bile başlayabilirdi .



Annem, gene en fazla tebessümü olan bir resim ve yere bakan annem.


Dayım annem babam. Aile diye kalan tek şey geriye. Sanki fotoğrafın sağında ananem solunda dedem var da kadraja sığımamış.



Riva Yarı maratonu 18.5 K sırası yerdeki kız çekmiş, Emin sağolsun bulup yollamış.

Bi hayli de merak içersindeydim neye benzediğini koşarken.

Bir sonraki koşum nerede ne zaman hiç bir fikrim yok.

Tuesday, October 05, 2010

Urgelblut

Sunday, October 03, 2010

????



9.70 K ???????
54 dakka
ataköy
yemyeşil
asfalt
güneş yağmur
bu da güzel

Thursday, September 23, 2010

2 saat 6 dakika 12 saniye




yazacak hiç birşey olmayan en berbat koşu.

4. yarı maraton Riva 19 EYlül 2010

Thursday, August 19, 2010



sabah camdan dışarı baktım gene

gece sanki hiç bitmemiş sanki hiç yerimden kıpırdamamış gibi aynı noktaya baktım

3 dakika sonra motorumun üzerinde...

Wanda, ne zaman üzgün olsam kafasını yere düşürür, göbeğimin üstüne kafasını koyar, pifflar, kaşını kaldırır, hadi der gibi hadi gül artık der gibi kuyruğunu pat pat yere vurur, benden tepki gelmediğini görünce gene bir piffff hatta garip bir ses çıkarır sessiz durmaya devam ederdi.

Wanda içimi hep duyuyordu.

Gömülmesine gidemedim. Babam ağlayarak dönmüştü. Ne zaman Tuzla'dan geçsem sessiz geçerim. Bu şehirde sesiz geçtiğim çok sokak var.

Şimdi görevi devir almış gibi mavi vespam dünden beri gaz keserek tekleyerek öksürerek gidiyor. Sabah yokuş aşşağı sessiz gidip, çalıştırıp, yokuş yukarı ite kaka cafe neroda buldum kendimi.

Sanki küfür gibi oturduğum masada, güneş göğsümü deliyor yorgunluktan sandalyeden kalkamıyor delinen göğsümden matruşkalar tek tek çıkıyor, her biri dönüp havada bana bakıp yukarıya doğru kayboluyorlardı...

Kahvemi içemedim poğoçamı yiyemedim kalktım.

Bir film çeksem kamerayı kafama yerleştiridim.

Bir film çeksem adını penny koyardım.

Bir film çeksem o film yarıdan kopardı.

Bir film çeksem o filmi oturup bir kere bile seyretmezdim.

Hiçbirşeyin hiçbir şekilde kaybolduğuna inanmıyorum. 1960 senesinden bir resim, Nezihe bir yelkenlinin en ucunda, genç mi genç, elinde bir 8mm kamerası, gülüyor, saçları rüzgarlı, çok güzel gülüyor, annemin hiç öyl,e gülmediği gibi, o kameranın içinde dedem var belki 5 yaşında gülen annem, belki dayım belki Marmara Adası belki dedem ağzında sigara, bana benzerken - belki dayım annemle sarmaş dolaş ... O kameranın kaybolduğuna inanmıyorum o kameranın yok olduğuna inanmıyorum.

Şimdi yerimden kalkıp cihangirden başlayıp beyazıta oradan üsküdara oradan ortaköye oradan kadıköye tek tek bütün eskicileri elimde o fotoğrafla beraber dolaşıp arayıp bulmak oralarda bulamıyorsam Lafayette'e oradan West Lafayette'e Tuzla'ya Bayramoğlu'na Milas'a Bodrum'a Bostancı'ya Chicago'ya oradan Miami Londra oradan Philadelphia'ya oradan o soğuk tek başına İzmir gecesine oradan Ankara'ya Armağan apartmanına Bağdat caddesinin her ara sokağına Kaş'a gitmek istiyorum

Kaybettiğim herşeyi tek tek tekrar bulsam bir odaya tıksam kalın orada desem.

Sessiz ve yorgun bir sabah havuza atlar gibi dalsam içeri, kimse ama kimse bir daha görmese beni.


"if penny could tell me, all she see....,if penny could tell me all she knows, about the way wind can hurt..."

Geçen hafta yazdım geldi diye.

Bugün herşeyin durduğu ve herşeyin yeniden başladığı ilk sonbahar günüydü.

Ertan kalktı yataktan suratıma baktı “yemin ediyorum bu sıcakta bu güneşte bir sen bir de ben anlıyoruz bu şehirde, sonbahar burada” dedi.

Sanki içimde bir örtü kalktı. Kalkıp giderken altındaki kutuların hepsi tekrar açıldı tekrar hepsi sağnak gibi yağmaya başladı. Yağarken hepsi matruşkaya dönüştü hepsi dokuz parçaya bölündü bölünenler tekrar bölündü.

Bugün herşeyin yeniden başladığı ilk gün.

Dayanacağım dayanamayacağım.

Dayanacağım dediğim her seferinde yalan bir şekilde dayanamadım.

Dayanamayacağım dediğim her seferinde yalan bir şekilde dayandım.

İçim içimi kemiriyor.

Günler geçecek günler geçip gidecek ve günlerce içimde yağan yağmur dışarda da yağacak. Kadrajımı ayarlayıp her sene yaptığım gibi camdaki damlaların arkasındaki flu belirsizliğe odaklanacağım basıp bekleyeceğim bakıp beğenmeyeceğim çektiğim her fotoğraf gibi çekeceğim her fotoğrafa bakıp gene beğenmeyeceğim. Baktığım herşeyi nasıl beğenmiyorsam içimden çıkıp yaratmak istediğim herşeyin sonunu da beğenmiyorum.

Koşup duracağım, 10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20Klar birikip gidecek ayaklarımın altından.

Çok koştum, koşarken çok insan gördüm çok mutsuz çok mutlu çok değişik insanlar görüp durdum,

ama her seferinde en çok görmekten sevindiğim

sahil yolunda kaldırım kenarında oturmuş bana bakıp ya kızgın ya gülen deliler evsizler kimsesizler kaybetmişler tekbaşınalar onu bunu toplayıp amaçsız yürüyenler yazkış aynı pantalonla karşımda duran saçları devamlı uzayan hiç kısalmayanlar, her seferinde tshirtünü kaldırıp memesini gösteren kadın her seferinde ayakkabılarıma nefretle bakan kuruçeşme delisi 4 köpekli amca, çırağanı kaldırımda kendini padişah köyü yapmış sakallı.

Bırakıyorum, bazen geçtiğim sokaklara, kendimi koşarken, ne zaman nereden başladım bilmeden bazen bırakabiliyorum, motorumun üstünde hep yaptığımı az da olsa koşarken yapabiliyorum ne çöplüklerin üzerinden zıplıyorum ne çukurların içinde sendeliyorum ter göğüslerimi yakıyor dilim dışarda bacaklarım rap rap atarken ruhumun kalbi olmuşken bacaklarım ne sokaklar geçiyorum ben ne semtlere dikiz atıyorum karşı kıyıda öteki tarafta ne ağaçların dallarına değiyor kafam.

Şimdi gene tekrar yolun en başında ayakkabılarımı bağlıyorum gene koşup koşamayacağımı bilemeden kendimi salıyorum , içimdeki battaniye sanki aylardır korkularamı kapatan battaniye kalktı artık oturup yerimde bekleyemeyeceğim, ertan gibi ben gibi o kaldırım delileri gibi kendi kendime konuşup hergün her sabah yalnızlığımda kimseyi beklemeden kimseyi istemeden dilimi ısırarak dişimi kırarak kulaklarımı kapatarak nefes alamaya çalışacağım.

Bugun kart geldi Vivian’dan İstanbul’dan ayrılmış. Kartın puluna bakma sen baktığın yerde değilim yazmış. Sonunda "yaz bana"dan sonra “söyle sahiden sen mutsuz musun şimdi?” diye bitirmiş bitirdiğinde esasında kendisine sorduğu bu soruyu bana değil belki de kime sorduğunu da bilmeden yazmıştı. Gene adres yazmamış gene adres yazmadan 4. Kartını bana postalamış belki de yollarken her seferinde kartın "adres doğru değil" diye geri gelmesini ümitlemiş yamuk çirkin kelimeler ve 2-3 cümle ile doldurmuştu kartı.

Bam diye düştüm bugün. Bam diye düştüm bugün yere. Düşerken o 1 saniyelik anda imkansızı başardım ve hiçbirşey düşünmüyordum. Ayaktaydım ve yerdeydim. Kaldırımın yeni boyanış beyaz taşlarına sonra dibi oyulmuş ağaca sonra arabaların farlarına sonra ayakkabılarıma toz olmuş shortuma tutunup kalkabildim.

Kart hala cebimdeydi Vivian nerede kimbilir nerede gözlerini kısmış beni düşünüyor en üzgün kelimelerini defterine ağlıyor kalkıp gideceği yeri bilmeden hızlı adımlarını sayıyordu.

Ayakkabılarımı bağlarken hep üzülüyorum ve hüzünlüyüm.

Eve her geldiğimde salona doğru girip camdan dışarı bakıyorum ilk. Sanki günlerdir evdeyim de sanki ilk defa daha yeni geldiğim dışarıya bakıyorum.

En son ışıkları ne zaman sonuna kadar açtım hiç hatırlamıyorum. Galiba bir yılbaşı gecesi ananem ve dedem ile tombala oynarkendi.

Sonbahar esiyor.

Sonbahar içime esiyor.

Bittiği gibi herşey başlıyor ve başladığı gibi herşey bitiyor.

Everything is wrong.

Thursday, August 12, 2010

Zamansız bir öncü bulut bugün tek başına karşıma çıktı
Sonbahar geliyor
BU yaz günü ben bunu hissediyorum
Yaz bugün bu sıcakta benim için bitti
Çok güzel saklandığım bir üç ay son buluyor
Teslim olmaya hiç hazır değilim bu sefer

as i spitting splitting blood red
breaking windows in my heart
and the past is taunting
fear of ghosts
is forcing me apart
and the further i get
from the things that i care about
the less i care about
how much further away i get...

Sunday, July 25, 2010

Dün gece birşeyler oldu rüyamda. Ya okuduğum Tahamura’ların etkisinden ya birbuçuk aydır koşmayan vücudumun inleyişi ya da sadece basit bir rüya ile koşuyordum. Deliler gibi dünyanın en egzotik parkurunda inanılmaz kuvvetli bir koşu ile kayaların nehirlerin şelalerin üzerinden yanından altından koşuyordum. Kilometrelerce koşup karşıma koskocaman bir kaya çıktığında , tırmanıp, karşımda gene uzanan inanışlmaz bir parkuru buluyor koşmaya devam ediyordum. Ara sıra ağaçların arasından, yorulur gibi olduğumda, inanılmaz güzel kadınlar ve erkekler yanımda bitiyor, tempomu arttırıyor ve aniden kayboluyorlardı. İnanılmaz bir dünyanın içinde sanki hiç yorulmadan saatlerce koşan ben koşunun hayaldünyası parkurundan öte yorulmayan bir vücutta ayak seslerimi dinleyip çok uzaklara koşuyordum.

Sabah uyandım. Ağrı içinde.Dizlerim deliler gibi ağrıyordu. Akşamüstüne kadar da ağrıdı. Acaba yatarken dizlerim mi ağrıyordu o rüyayı gördüm, yoksa beynim rüya yüzünden dizlerimi mi ağrıya sevketti.

Friday, July 16, 2010



This is a crisis I knew had to come
Destroying the balance I'd kept
Doubting, unsettling and turning around
Wondering what will come next
Is this the role that you wanted to live?
I was foolish to ask for so much
Without the protection and infancy's guard
It all falls apart at first touch

Watching the reel as it comes to a close
Brutally taking it's time
People who change for no reason at all
It's happening all of the time
Can I go on with this train of events?
Disturbing and purging my mind
Back out of my duties when all's said and done
I know that I'll lose every time

Moving along in our God given ways
Safety is sat by the fire
Sanctuary from these feverish smiles
Left with a mark on the door
Is this the gift that I wanted to give?
Forgive and forget's what they teach
Or pass through the deserts and wastelands once more
And watch as they drop by the beach

This is the crisis I knew had to come
Destroying the balance I'd kept
Turning around to the next set of lives
Wondering what will come next

ian

Thursday, July 01, 2010

Fucked run

10K
61 min

Beşiktaş Meydan - Dolmabahçe - Karaköy- Şişhane - Balık Pazarı- Nevizade - Taksim Meydanı - Yokuşaşağı İnönü - DOlmabahçe - Beşiktaş

Tuesday, June 22, 2010

Vivian

Sabah 6:30 da şehre tepeden bakıyordum. Sanki savaş yılları sanki kara bulutlar düşman istilası, şimşekler ateş topları, şehrin üzerine yığılıyor ve sanki ben çok uzaktan istilayı seyrederken büyük bir tebessümle "geçecek bu şehri ben kurataracağım" der gibi bakıyordum.

Yağmura rağmen Vespam, dizlerim ıslanmış ofise geldim.

Eyjafjallajokul patlayalı 2 ay oldu.

Bütün o uçamayıp hayatı değişenleri tek tek bulmak değişik şehirlerde bulup konuşmak "söyle şimdi sahiden mutlu musun?" demek istiyorum.

İrlanda'dan İstanbul'a konsere gelen Vivian ile tanıştım dün. Volkan patlamadan 2 gün evvel kendisi İstanbul'a inmiş ama uçaklar uçamayınca hayatının en önemli konserine gelmesi gereken kontrabası gelememiş. Ona kontrabas bulmuşlar, istememiş, 6 ay hazırlandığı kendi kontrabasını istemiş yanında, konser günü, uçağa binip Mısır'a hep görmek istediği piramidlere kadar gitmiş. "O kadar büyük o kadar şahaserlerdi ki oturup ağlamaya başladım, ayaklarımı kumun içine gömüp ağlamaya başladım, Khufu'ydu pyramidin adı...ve ben onun altında sanki koskocaman kontrabasımın yanında, aynı o küçüklüğümle oturmuş ağlıyordum, en alttaki 2 metrelik taşa sarılmış, ellerimle sarılmış ağlıyordum, kalktım, geriye sıcakta 2 km yürüdüm, arkamı dönüp bir kere olsun bakmadım, havaalanına döndüm, İstanbul'a geldim ve bıraktım, çalmayı bıraktım, yazıyorum şimdi..."

bu hikayeleri toplamak bu hikayeleri tek tek dinlemek bu hikayeleri yaşamak istiyorum

Vivian'ları tek tek bulup şimdi mutlu musun demek istiyorum?

Sunday, June 20, 2010



hayatımın en berbat koşusu en sıcak en saçma en dağ tepe en zor en tehlikeli en koşu olmayan en sıkıcı en saçma koşu bile demeyeceğim patika koşusu diye oltaya gelip koştagörebeninamını koşusu. Öyle dik yokuşlar öyle tepeler vardı ki yükseklikten kulaklarım tıkandı saatlerce açılmadı.

1 saat 6 dakika.

Saturday, June 19, 2010



Yarın babalar günü. Haftaya doğumgünü. Haftaya sarılmacalar koklamalar dayımla konuşmacalar günü. O gün, çok sıcak, ensemden giren sıcak bacaklarımdan omuzuma üstümdeki herşeyi yapıştırdı. 3-4 adam sıcaktan yerde bayılmış iki tanesi uyukluyor iki tanesi sigara içiyor uzakta taşın arasında bir kafa bir kalkıp bir iniyor kolları birbirine bağlı bir şekilde bana bakıp duruyordu. Hiç o kadar sıcakta gitmemiştim. Ya sıcaktan ya zamanın bu kadar geçip gitmiş olmasından ve sanki hiç bir gün an geçmemiş gibi gene orada olmaktan ne yapacağımı şaşırdım. Otları mı koparsam mermeri mi silsem dayanıp bakakalıp düşünüp dursam mı bilemedim bir süre. Ne doğru dürüst temizleyebildim ne de yıkayabildim. Sıcak sanki git daha durma fena çarpacağım dercesine geri itiyordu. Gittim, geriye itip masamdan kendimi motoruma binip gittim, parkedip yukarı çıkıp üstümü çıkarıp bir sigara yakıp oturdum, kazımaya başlamadan "ne olacak bu işin sonu mu, yani demek istiyorsun ? otur bakalım" oturdum 15 dakika sürdü, bir hayli de acıdı ama bir hayli de acıması çok hoşuma gitti. Eskiden neler hoşuma gidiyordu en basitinden? Yere oturmuş Ahmet ile 4 saat 5 saat dinlediğimiz şarkılardaki gitarları keşfetmek sıcak biraları umursamadan bitirmek, vurmasa da gelmese de saatlerce dalganın üstünde oltayı tutarken şehre bakmak, annemle konuşmadan dakikalarca kucağında sırtımı kaşıtmak, çok basit şeyler hoşuma giderdi. Çok basit şeyler çok hoşuma giderdi. Şimdi herşey nefesimi tutup havuzun bi ucundan diğerine acaba gidebilir miyim diye daldığımdaki gibi. Ne suyu ne soğukluğunu ne kalan mesafeyi biliyorum, ne etrafımdaki kolları bacakları, sağıma soluma atlayanları görüyorum, gözlerim kapalı itiyorum kendimi dipten gider gibi, beynim korku dolu açacağım zaman gözelerimi "ya varamadıysam" "ya daha da gitmem gerekir ama yukarı çıkarsam ya yukarı nefessiz çıkarsam.

Dipten gözlerim kapalı gidiyorum bu günleri. Dedemin gözleri sanki neredeyse kapalı belliki ağzından bir iki kelime ile şarkıya sesleniyor, annem belki de ilk dansı ve gene hep gülmeyen yüzü daha o yaşta, dedemin elini tutmuş, dedemse şahaser tutmuş annemi, şahser dedem şahaser elleri.

Hava çok sıcak. Üstüm çıplak. Vespa'nın rüzgarını sayıklıyorum şu an. Ruhum sanki bitkiler gibi.

Wednesday, June 09, 2010

"it's just a minor thing and I'm a minor king"

Zincirlikuyu
Zühat
Aliye
Şevket
Aliş
Mine
Celal
Metin
Mübeccel
Maide
Pamuk
Armağan apartmanı
Nezihe
Muzaffer
Bostancı
Bayramoğlu
Poplin
Erenköy
Heykellibahçe
Banliyö
Vapur
Tünel
Bodrum
Amerikan
Siyami Ersek
Kalem
Alman
Kartal
Küçükyalı
Kalp
Göğüs
Nefes
Uçak
Club 33
Yakamoz
Balık
Poğoça
Murat
Refikkkkk
Peride
Chris
Cadde
Gözlük
Sallanan Sandalye
Ekmek sepeti
Düğün çiçeği
Dede
Cerrahpaşa
Koray
Perihan
Chicago
NY
Milano
Şeker
Saç
Terlik
Dönence
Ambulans
Çığlık
Rüzgar
Ayten
Ahmet
Akif
Tam Sigorta
Opera pastanesi
Kadıköy
Karaköy
Karaköy
Kadıköy
Ford Consul
Murat 124
Volkswagen
Mazda 626
Tuzla
Avşa
Sarıyer
Nil
Tuluğ
Tunç
Robert
Joy
Ian
Kaş
Mehmet
Delta
Plaj



For how much longer can I howl into this wind?
For how much longer
Can I cry like this?

A thousand wasted hours a day
Just to feel my heart for a second
A thousand hours just thrown away
Just to feel my heart for a second

For how much longer can I howl into this wind?

Tuesday, May 25, 2010

ara sira

Babam karsimda abim karsimda. 28 Mart beri o salya sumuk good bye beri nerdeyse tam 2 ay. Babayi ilk gorus. Abimle oturmuslar bile. Beyaz saclarini tutuyorum. Kelinden kocaman opuyoruz , ne kadar ozlemisim tanrim. Abim gergin belli. Ne dedi doktor? Shht pssshtlar diyari. Belli bir ameliyat daha , babam gene her zaman her zamanki durusu ile ayni "ooooh ohhh ben bombayim". Ufukta bir agustos belirdi simdi. Annemi dayimi sirasiyla aramalar. Ne balik yedim ne salata. Doluynaya ucundan siritan mehtab. Babam diyo 1946 11 yasindayim bu donen isiklar ile dusman ucaklari gozlenirdi. Sonuk bi kahkaha atiyorum. Babamin onunde kavun raki abi sssht bakislari iki yan masada genc insanlar sanki ben oarada deniz yakamoz olmus en son ciplak girdigim o aktur gecesi, annemi bi daha ariyorum dayanamadan, sanki hem dayim hem annem bagiracagira cagirmalar, abime sms "tipe bak feci yaslanmis" geri "yeter siktir git" susuyorum kan aglayan icim kusuyor , gunun sonu sanki hic bitmesin bu film boyle dersin ama biter ya, ve ben o filmin sonunda sinemalardan hep kacan giden insanlardan oldum o filmin yukari akan yazilarini hic okumadan kacan gidenlerden, "dis macununu tupun icine sokamadigin gibi, akip giden hayati geriye de alamiyorsun ki" ...ignesini cikariyor dogru gobege...nefret ettigimiz o gunler a ha bu masada simdi...ay daha da yukarda. Gozlerim sanki babama kenetleniyor dilimin kenarini isirirken alttan bi dur arrtik diyen abim! Tek eksik annem degil ananem o sugh kahkahali guzel insan. Bu pazar darmadagin olmaya yuruyecegim bu pazar gelmeden nasil bir kuvvet ile ayni masada sanki herseyi tum hayati bir cuvala sokmus basimdan bocaliyorum. Simdi ne abim ne annem ne babam tek basima bir kosede dokulen bu kelimeler yarin yok olup ben gene uzaklara baktigimda bogulurken bambaska kelimeler dolup tasip darmadagin edecek. Saniyorum uykusuz ve ac yattigim 650.gece. Masadan kalkarken babama sarilip operken kendime bi saniye olsun bakamazken vespanin ustunde sanki yapisan asfaltiyla istanbul. Beni artik yok eden sevmedigim kosup icine bilakis dusmek istemedigim istanbul. Git.

Masmaviydi sular. Ertan kaptan dumende mehmet mangali yakiyor iki fransiz 3-5 ingiliz. Minderin ustune uzanmis yelkene gokyuzune bakarken sularin ustunde olduguma inanmamistim. Yellow caliyor basimi sola suyun ucsuz bucaksiz uzaklastigi yere bakiyor agliyordum 8 sene evvel?

Peki simdi bu sehirde bu ucu bucagi don dolas ayni sokaklar olmus sehirde nicin hala ayni 8 sene evvel gibi en mutlu animda aglarken, en mutsuz animda o gunu ezercesine agliyorum.

Sunday, May 23, 2010




Bugün Vespam ile Beşiktaş'tan denize atladım. Çok uzun bir yol gidip çok uzun sular geçip hep gördüğüm ama bir türlü gidemediğim kıyıya vardırm. Beyaz saçlı beyaz şapkalı ve kısa yırtık shortuyla mavi kayığı zımparalayan adam beni karşıladı. Çok uzun biryoldan geldiğimi anlamış bir şekilde hemen bir sandalye getirdi. Etiketsiz bir şişe cam bir bardak güneş batmaya yakın oturduk konuşmaya başladık.

Tekneyi maviye boyuyor kenarlarını beyaz en arkada ismi teknenin gene beyaz küçük harflerle "está lloviendo" yazıyordu, teknenin ortası parampaça dikkatli bakınca hatta içinde kumdan cosçuş çıkmış otları görebiliyorudum.

- Ne demek está lloviendo?
- Yağmur yağıyor demek
- Ama burada yağmur yağar mı ki hep güneşli burası
- Yağmasın yağmasına gerek yok teknemi kullanırken yağmura doğru yol alır ben, o gelmese de ben ona giderim
- Ama teknen paramparça baksana içine nasıl yol alırsın ki bunla?
- Yol almam önemli değil gözlerimi kapatınca da dalgaların üstündeyim
- Peki paramparça teknen hala niye boyuyorsun ki madem biryere gidemeyeceksin madem gözlerini kapatınca istediğin yere gidiyorsun o zaman bunca uğraş niye
- Hayal etmen yetmez hayallerini parlatacaksın ki sana gelsinler, yoksa terkederler, tek başına kalırsın, hayal edecek hiçbirşeyin kalmaz.

Saturday, May 22, 2010



A thousand wasted hours a day
Just to feel my heart for a second
A thousand hours just thrown away
Just to feel my heart for a second

For how much longer can I howl into this wind?

sanıyorum en sevdiğim ve en melankolik Robert Smith sesi - A thousand hours

super soğuk ve super gri bir cumartesi yazmaya tekrar aşık olduğum bir cumartesi

kendimi yormanın dehşetini düşündüm biraz evvel dedem ananem babam üçlemesinde son senelerin en ağır taşlarının altında kalıp kalmadığımı düşündüm yol kenarlarında uykularımda ofiste motorda ara sıra ağlayarak kullandığım motorda ben hiçbir zaman üzgün mutsuz melankolik olmayı seçmedim. Hiçbir zaman belki de! Burada kasım diye korku dolu diye yazdığım aylar yok baktığım binalar şehirler korku veren sokaklar yok gelip giden ruh halleri kontroller kontrolsüzlükler yok

Herşeyin ortasında ben tek başıma kimseye yakın durmadan tek başıma ben varım.

Kendi kendimi korkutmuyor kendimi ne kasım ne kaybetme ne haftaya pazar ne de bir başka şey gelip höghhh deyip korkutuyor.

Kayalardan atlayamazdım Bayramoğlu'nda. Sedef Adası'nda dayım ve Alper abi beni altokka yosunlara salladığında korkudan parçalanırken esasında yosundan da korkmuyordum o saniye.

Ben dupduru sularda en sessiz ve güneşli sokakta bile nedensiz sebepsiz korkuyorum. Ahmetçe'de o en uzun kumsallda dizlerimi geçmeyen suda bile korkuyordum.

Kaç kere gittim doktora kaç kan tahlilleri kaç beyin MRları kaç eko kaç emg kaç mide? Doktorların hepsini şimdi karşıma alıp o sonuçlarda göremedikleri şeyi onlara göstermek istiyorum. Hepsiyle el sıkışıp anlaştık mı anladınız mı niye şimdi size koşarak geldiğimi demek istiyorum.

Friday, May 21, 2010

Koşayaza



dün dedemleydim. ,

Dün akşam saat 20:00'da dedem yanımda oturuyordu. Mavi poplin gömleği, klasik deri kayışlı saati bembeyaz saçları elleri ve ellerinin damarları dedem dün gece yanımda oturuyordu ve yemin ederim dedem yanımda oturuyordu.

....

Merak ettiğim eski evlerin eski pencerelerin arkalarında kimler ne zaman ne yaşardı, kimler nasıl sevişti kimler nasıl ağladı kimler nasıl kahkahalar attı. Merak ediyorum derken geçtiğim herşeyin yanından geçerken olduğu gibi esasında merak ediyorum diye şurada yazsam da

geçerken yanlarından değil içlerinden geçiyorum, mutfaklarını görüyorum o camın her sabah erken açılışını rüzgarın salonu doldurduğunu pişen kahveyi kapının önündeki ayakkabıları görebiliyorum.

Bir köprüden geçerken altındaki suya vuran gölgesini gölgesinde dinlenen sandalı görebiliyorum.

Ne yöne gideceğini sanki bilmiyormuş sanki havada sıkışmış kalmış herşeyini kaybetmiş martıyı tüm martıların arasında seçebiliyorum. Onunla konuşabiliyor onunla beraber uçabiliyorum.

Masmavi bomboş upuzak gökyüzüne çok dikkatli bakarsam aynı gökyüzünün binlerce mil uzaktaki altını altındaki çimeni çimenin üzerindeki tek bir ağacı ağacın altındaki bisikleti görebiliyorum.

Gözlerim her kahve bardağının içine düştüğünde hayallerimi görebiliyorum.

Basit yeşil plastik bir kalemin ucundan içine girip mürekkebinin içinde duran harfleri biraz sonra birleşecek şiirler olacak kelimeleri cümleleri görebiliyorum.

Bir bankanın önünden geçerken içindeki kasayı kasanın içindeki hesabımı hesabın içindeki paraları paraların esasında bir 20 sene daha yetip yetmeyeceğini değil de o hesaptan 20 sene sonra paramı çekerken ki endişelerimi görebiliyorum.

Çalışma odamın hep kapalı beyaz perdelerinden arkasında: bir üstüne çıkıp gitsen gidebileceğin uçsuz bucaksız denizi masmavi ama masvavi suyu suyun üstündeki rüzgarı tuzu hissedebiliyor biraz uzun bakarsam dudaklarımın yandığını gözlerimin kamaştığını hissediyorum.

Neden maviyi ve beyazı hep ama hep severken en çok siyahı tercih ediyorum bilmiyorum, siyaha savunuyorum sanıyorum ama esasında siyahı hiç ama hiç sevmiyorum. Belki de tüm siyahlarımdan sıyrılmam kurtulmam lazım. Siyahın içinden bakamıyorum, bir yere gidemiyorum, geceyi siyah değil lacivert gördüğümden en uzak karanlık köşede kendime bir yer bulurken siyah bir tshirtün ne kolundan ne de yakasından girebiliyorum. Belki de tüm bu görebilme dediğim beni yoran yolda yürürken kaldırımlarda sakin ve sadece sakin yürümeme engel olan kediyle köpekle çocukla babayla anneyle kadınla ağaçla arabayla bir tabelayla bir boş şişe ile yerde duran bir nefes yetmemiş yarım izmarit ile bir veya iki beki de üç dört vitrinde kendime bakarken binaların merdiven girişlerinde kafayı sıyırırken upuzun bir yolun sonunda sağa dönünce olması gerekeni görebilmemden o kadar yoruluyorum ki belki de siyahı bu yorgunluğuma bir dur demesi için tercih ediyorum.

Tüm bu detayda kafamı patlatmanın kendime kurtuluş diye bakabilme zorluğunda bana oynadığı güzel bir süprizi de var. Aynı dün gece dedemi yanımda nasıl gerçekten ve gerçekten görebildiysem çok sık olmasa da o baktığım duvarların içinden geçip mutfakları görmekle kalmayıp esasında hayale son verip içeri girebiliyorum. Dün düşündüğüm bir pencerinin kenarını ertesi gün önümde buluyor bu sefer yolda yürüyen insanlara bakabiliyorum.

Hiçbiryere ait değilim.

Hiçbiryere ait olmadım.

Sonbahardı, Eylül 1992'ydi, Ayten Teyze'nin balkonunda ayaklarımızı demire uzatmış yazın bittiğini herşeyle bittiğini havadaki bahçedeki herşeyden hissediyorduk. Hiçbirşey konuşmadan dakikalarca oturup uzağa bakıyorduk. Hayatın en mutsuz kadınlarından biri olarak bu mutsuzluğunu bu korkunç mutsuzluğunu bana 18 sene sonra geçen yaz gözlerinden yaşlar gelerek 70 yaşında feneryolu'nda itiraf etmişti. 50 senelik hüznünü 50 senelik mutsuzluğunu siktiriboktan bir cafenin siktiriboktan sandalyesinde sadece iki cümleyle anlatmıştı. 18 sene evvelki o sonbahar hüznünü sanki aynı bahçenin aynı havuz kenarında oturur gibi hissetmiştim o an. Hiçbirşey bu kadar üzücü olmamalı hiçbir kadın bu kadar üzgün olmamalı diye ağlamaya başlamıştım.

Ayten Teyze ile Çayırova cam fabrikasının upuzun bacasından çıkan dumanlara bakıp öyle dakikalarca sessiz otururken sanki ben 20 yaşımda değil 18 sene sonraki o kadının mutsuzluğuna sahipken Ayten Teyze hiçbirşeyin ortasından bana çıkıp "you have sad eyes, you have incredible sad eyes don't let them ever ever ever control you" demişti Texas aksanıyla. Gülmeye başlamıştım. Anlamadan savuşturmalar diyarına geçip taa evet o yaşta savuşturmayı iyi beceren biri olarak kaçamak gülmelerle ne diyorsunuz siz falanlarla hiçbir cevap da alamayacağımı bilip kalkmışmıydım oturmaya devam mı etmiştim bilmiyorum.

18 sene geçti.

Hiçbir zaman hiçbir yerde hiçbir kimseye ait olmadım.

Kendime ait de olmadım, o korkunç kapı eşiğinde West Lafayette' gecesinin buz gibi gecesinde kalkıp sigarayı yakıp Bouluvard of Broken Hearts ve Jack ile tanışmama 30 dakika kala tellerin arkasındaki ormandan kafamı siyah karanlık gökyüzüne kuru ayaza dolunaya ve sessizliğe kaldırmıştım. Sanıyorum o gün o yerde gözlerim siyahi mavi lacivert turuncu görüp bu sonsuz "oyun" başladı.

Haftaya pazara tam 8 gün kaldı.

Şimdi o güne kadar sakin kaldığımı zannedip sakin ve gayet sakin yolda yürümeye çalışıp itmeye çalışıp saniyesinde itemeyip kapı pencere avlu içlerinden geçip içlerine çıkacağım.

Çok gri bir cumartesi.

Koşarak yazdığım bu satırları geriye dönüp hiçbir zaman okumayabilirim. Burada yazdığım çoğu yazıyı bir daha hiç okumadım.

Yazı bittiğinde tüm bu yazıdaki insan yok oluyor ve sanki hiçbirşey olmamış gibi kahvesini yudumluyor gözleri kahvenin içine düşüyor kendisini tekrar yeniden görüyor ve tekrar camın arkasından tekrar ve tekrar tekneden tekneye atlayıp çekip gidiyor.

Dün akşam dedem yanımda oturdu ve bu yazdıklarımın hepsini orada o saniye yazmış bitirmiştim - esasında - ama tutamadığım herşey gibi koşarak buraya gelmiş kaybedeceğim korkusuyla yazdım.

Şimdi gene.

------------
"Those who are dead are not dead
They're just living my head
And since I fell for that spell
I am living there as well, oh"

Sunday, May 16, 2010

Viva la Riva





Hiç uyuyamadım dün akşam ya da kuş gibi uyuduğum bu aylarda sabah 7 de kalktım.
2 haftadır "korkudan" koşamamış
makarnaya abanmış
ve viva
Viva la Riva

10K

yemyeşil
gümgüneş
sımsıcak

ayakta Mizuno'lar


kalp sayaç bir türlü tutmadı
bir 180
bir 190
arkasından 160

tuttuğu da gene olmadı son zamanlarda

göbeğime indirdim

ilk 6 K Emin ile yanyana

sonra belki de ilk defa koşmaya başladım

sonra da belki ilk defa yarışmaya başladım

53 dakka 36 saniye

oh yeah it's a record

it's a personal record!

şu aşağıdaki postumu yazmadan evvel 8 saat evvel

sanki yazıları yazan ben koşan ben değil
sanki koşan ben yazıları yazan ben değil

for the sake of a record :) 53 dakika 36 saniye !

10K

Ertan'ım


Geçen hafta aldığım Johnnie Walker'ı yarılıyoruz. Ertan sigara diye tutturuyor. Para yok parayı bırak 1 kuruş yok. Sokakta Yufka'ya giriyorum. Ohh abi naber ton balıklı mı gene - abi sen bana iki sigara ver yeter. Ertan'ı kurtarıyorum.

Soyunuyorum, donum kıçımdan düşüyor, suratım bin parçaya bölünmüş, boynumdan salona düşüyor. Gene daha ne konuşalım bakışları. Ah be orhan şu halime bir bak ve sus ve sus!

Ah be Ertan şu içime bak ve nasıl sus!

Yataktan kalkıyor. Radio Eksen...Chris İsaac Blue Motel ama farklı bir versiyonu, şarkı devam ederken kız acı içersinde çığlıklar koparıyor.

- Ara Oraaan araaa
- OK
- Alo Radyo Eksen
- Evet
- Bu hangi versiyon bu çığlıklı olan
- Arkadaş dat yayın da ben bilemiyorum ben spor servisindenim

bulamıyoruz.

Elimde yarım bardak viski kıçımda don düşmüş sikim dışarda götüm tabak dans ediyorum ertan anırıyor.

- Otur
- He
- Otur bak sana ne yapacağım

Mavi bir çarşafı bodrum katının ara oda boşluğuna asmış toz moz girmesin diye.

Işığı arkadan açtı gölge oyunu bak bu gölge oyunu bu hepimizin biz olmayan bizlerin gölge oyunu (bağırıyor hayvan gibi) elinde değneği havaya kaldırıyor bir kahkaha bir tarrrrrrrr tarrrrrrrr alın alın tarrrrr tarrrr


"insan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı bu, silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları hayatım ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur"

perdenin arkasından çıkıyor acı içinde yatağa atıyor kendini içerde 6 yumurta pişiyor cam açık iki çingenenin camlardan para isteyen iki çingenenin bacakları ve akordeyon sesliri sokaklaği inletiyor.

O acı seslerden bile aşağıdayız. Bir yudum daha. Bir yudum daha. Donumu yukarı çekiyorum.

Yanına oturuyorum.

Daha kötüsü olmayacak sana.

Daha kötüsü olmayacak bana. (mAx - Landscape with a figure)

Sessiz ve içerden ve ince ince 2003 temmuzun'dan beri hong kong hariç her ama her gece gün öğlen konuştum ertan'ımla. 7 sene belki 5000 kere. Saniyeler yil olmuş içimi kaplamış her geçen sene sanki acısı daha da bana işler gibi.

"Gitme" dedim bir sabah. Benden erken gitme, konuşamamaya kul etme beni sessizliğe kör etme dedim. Güldü. Şu halime bak be oranım koca benden ne kaldı ki gitmesin...

orda johnnie walker, şimdi evde talisker

"Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur"

atletle yürüdüm bu mayıs pazarı
öylesine yürüdüm sağ bacağım sarılı
öylesine yürüdüm yokuş aşağı

kocaman bir adam
kocaman gözleriyle bana baktı
kocaman elleriyle yanaklarımı avuçladı
susmalısın artık
beynin susmalı
bunlar susmalı
sen susmalısın
vespa'na atlamalısın
sen susmalısın
en son sen ağlamalısın

(on the nature of daylight - max)

sebze pişirdi iki çikolata yedi son yudumu çektim

çektim gittim.

Sunday, May 02, 2010

Bugün Bostancı'da dedemin saka kuşunu aldığı kuş dükkanın önünden geçtim ve hala açıktı. "Kanaryam Kuş Cenneti" Sanıyorum 10 yaşındaydım ve 28 sene evveldi. Hayretle 28 sene o küçük kuytu köşede nasıl ayakta kalabildiğine şaşırdım ve pramparça bir şekilde duramadan yanından geçtim gittim. Herhalde dedemi tanımazlardı içerde herhalde oğlu ya da kızıydı dedemi tanıyanın.

Mayıs Batuhan'In doğum günü ile başlıyor annemim doğum günü ile ortada buluşup ananemin hüznü ile bitiyor.

Seneler geçtikçe aylara yaşadıklarımın hüzünleri ile beden biçiyorum. Kimi kısa kimi geniş kimi dar kimi tam benim bu dediğim aylar sene sene bedenden bedene girip beni allak bullak ediyor.

Sanki sabahtan beri pazarın bu akşam saatini bu bloga koşup gelip yazmakiçin bekliyorum.

7 sene üst üste kaşa gitiştim. Birinde çok ama çok üzgün birinde çok ama çok mutlu birinde 1500 metreden paraşütle atlamış abim arkamda sakin atlayım diye tüttürdüğüm ot beynimde rüzgarsa hiç olmadığı kadar ensemde kulağımdaydı.

Masmavi denize 40 dakika süzülmüştüm.

Yere indiğimde ayaklarım titriyor işte bu benim deyip hayatımın en mutlu saniyesinde kalbimi tutamıyordum.

Tam 3 sene oldu Kaş'a gitmeyeli.

Tam 27 gün var ananeme ve dedeme gideceğim. Bu sefer hiç zorlamadan hiç korkmadan kulağımda ipod ile gayet sakin gideceğim.

Günlerdir yorrgunum sanki günlerdir bedenden çıkıp başka bedene giren aylar beni terk ediyor. Sanki Haziran'In artık ne olacağını Temmuz'un nasıl geçeceğini Ağustos Eylül ve ohh Kasım'ın beni nasıl kucaklayacağını hiç bilmeden ama hiç de umursamadan ilerliyorum.

Bir adaya gitsem aylar günler belli olmasa. Kasım hiç olmasa.

Bu aralar her sabah kulaklarım tıkanmış kalkıyorum.
Bu aralar her sabah tuvalette uyuya kalıyorum.

Dayım annem babam Dilek bugün bir masada bir uzun ama 4 kişilik masada oturdular.

ben de sanki yanlarında yanımda eskisi gibi poplin gömlekli dedem mis kokulu ananem kuzen Murat abi Ömer Aliş Teyem Zühat eniştem, Şevket Mine sanki hep beraberdik.

Bir telefondan bir gelen kahkahadan oraya gidebilmek.

Yarın pazartesi.

Yarın yorgun.

Daha başından yorgun.

Gitmiş olduğum her yere ama her yere tekrar gitmeliyim.

Herşeye ama herşeye tekrar yeniden başlamalıyım.

Thursday, April 29, 2010

a short distance of a long distance



12K - Ortaköy - Rumeli Hisarı - A silent and beautiful run with a disturbing start

Sunday, April 25, 2010

25 Nisan - 21.5K Golden Horn Half Marathon
22 Nisan - 6K Disrupted by the heart - Ortaköy - Arnavutköy
20 Nisan - 16K Ortaköy - Baltalimanı
18 Nisan - 15K Forest Run
16 Nisan - 15K Beşiktaş - Bebek
14 Nisan - 13K Beşiktaş - Bebek
12 Nisan - 12K Beşiktaş - Bebek
10 Nisan - 10K Ortaköy - Bebek

Friday, April 23, 2010

22 Nisan - 6K Disrupted by the heart - Ortaköy - Arnavutköy
20 Nisan - 16K Ortaköy - Baltalimanı
18 Nisan - 15K Forest Run
16 Nisan - 15K Beşiktaş - Bebek
14 Nisan - 13K Beşiktaş - Bebek
12 Nisan - 12K Beşiktaş - Bebek
10 Nisan - 10K Ortaköy - Bebek

Wednesday, April 21, 2010

from the rue vilin



Dün gece ve birçok gece olduğu gibi uyuyamamamın sebebi ne hava ne su ne de yediğim birşeyin dokunması. Düşüncelerimin saldırısından kurtulamayıp savaşı kaybetmem ve beynimi teslim etmem.

Detayların detayında inanılmaz bir işçilik ile özenle büzenle çok çalışkan bir fırın gibi üretip duruyorum. Çok güzel şeylerden çok korkunç şeylere kadar 1 den başlayıp onları yüzleri buluyorum.

Yorgunluktan bayılana kadar fırını çalıştırıp her çeşit düşünceyi pişirip beynimi yakacak dereceye ulaştığında bırakıp bir yenisine atlıyorum.

Ama niye? o yorgunluk bayılması sonrası ve kalkana kadar ---- bu düşünceler rüyaya dönüşmüyor.

bu aralar rüya göremiyorum. Güzel bir rüya görmeyeli çok uzun zaman oldu. Güzel rüya diye esasında mutsuzluğun içinde uyanıyorum.

En ufak bir kelimeyi saatlerce düşünen, günün veya haftanın yorgunluğuna rağmen sabah 5'e kadar ayakta tutan bu beynim, bu ruh hastası bu saniye durmayan bu yorgun ve bu üzgün beynim , bu kadar kuvvetli çalışabiliyorsa veya çalıştırabiliyorsam uyutmayı da becermeliyim deyip dün gece bir hayli zorlayarak uyumalısın methodlarına girdim.

Beni uyutmayan beynim beni uyutmayı neden beceremiyor?
Neden düşünmeyi tercih edip neden düşünmemeyi seçmiyor?

Camın kenarından 2 haftada yeşeren ağaca baktım. Binaların damların arkasından güneşin doğuşunu bekledim. Kül tablasından yarım sönmüş sigarayı çekip çıkardım. Soda içtim. Gözlerim beynimden gelen tokatlara direnirken şehir uyuyordu. Tek tük florasan lambalı şehir uyuyor, kalkık olanların ne yaptığını yalnızlığını heyecanını yorgunluğunu taşıyor, her yanan lambada şehir biraz daha ağırlaşıyordu. Sanıyorum 7 veya 8 tane yanan lamba saydım.

Gün başlıyor.

Gün başlıyor ve düşünceler yok oluyor başka bir kişiye bürünüp yola koyuluyorum. 2 haftadır beni üzen Vespam ile kontağı çalıştırmadan yokuş aşağı oradan tekleyerek yokuş yukarı oradan plan program kırmızı defter kurşun kalem üstü çizilenler yeni eklenenler üstü çizilemeyenlerin dehşeti - gün başlıyor. Oraya gideceğim buraya gideceğim onu arayacağım bunu arayacağım sonra kavga ederek telefonu kapatacağım babama kızacağım motoru tamire mi yetiştirsem saçım ne zaman kesilecek ortaklar rapor bekler Ertan'a yapılacak süpriz nasıl ayarlanacak, bu inceden vuran sızlama dişçimi sensodyn mi ister, bilekliğim soluyor, traş olmayacağım hiç artık, nisan bal gibi bitti işte, kaç kere yüzeceğim, kaç kişi işe alacağım, bir sonra babama ne zaman sarılacağım, koşacak mıyım, koşabilecek miyim, bugün , yarın, pazar sonra sonra tekrar koşabilecek miyim, AC niye az üflüyor, bir türlü krem süremediğim ellerim, follow up dosyam, yaklaşan 31 Mayıs, dayım, dayım aradı, depo işi bakıyorum dedi, artık iş hiç bulamıyorum bulamayacağım dedi, göğüsüm yırtıldı, sayfaları hızla biten pasaportum, bol gelen pantalonlarım, Jefi gelecek gitarıyla, nalkaponu kazanacak mıyım bu sene?, 3D çizimci nereden bulacağım şimdi, kaç kişiydik kaç kişi kaldık şimdi, indirilecek şarkılar, inmiş dinlenecek şarkılar, görülecek filmler, hiç bitmeyecek kitaplar, makinem, beynimdeki projeler, muhtasar, kdv, ssk primleri, mülakatlar cvler, gün başladı peki kaçta bitecek, bağ kur borcumu ne zaman ödeyeceğim, kredi kartları, doktora atılacak email, çin'den çıkıp gelecek gemi, gelemeyecek gemi...

Yeşil ışık.

Kırmızı ışık.

Duruyorum.

25 saniye.

Kırmızı ışık yaklaşık 25 saniye yanıyor.

Nefes alıyorum.

Her kırmızı ışıkta olduğu gibi Vespa'mın hızına bakıyorum.

Duruyorum.

Pşşşht diyor biri. Sonra biri daha. Pşşşt pişşşt pişşşt

"Biz buradayız"

"Sen gün başladı de, sen gün başladı sağa sola koştur, sen bir oraya bir buraya savrul"

"Psssht"

"Biz buradayız, biz akşama kadar da buradayız. Biz hep buradayız"





(Max'dan Sunlight - oldukça iyi - sonunda başka bir şarkıya atlayabiliyorum)

20 Nisan - 16K Ortaköy - Baltalimanı
18 Nisan - 15K Forest Run
16 Nisan - 15K Beşiktaş - Bebek
14 Nisan - 13K Beşiktaş - Bebek
12 Nisan - 12K Beşiktaş - Bebek
10 Nisan - 10K Ortaköy - Bebek

Sunday, April 18, 2010



- Nerdesin
- Babaannemin orada

Odakuleden çılgın gibi kullanıp yanına gitmem 3 dakikamı aldı.

Ertan'ın kendi soyadından yanında durabildiği tek yer.

Babaannesi.Taşın ortasında babaannesinin soyadı ÇITAK.

Sessizce yürüdük. Ben kargaları haçların üstünde yakalamaya çalıştım. Beceremedim.

Çok konuşmadık.

Yaşayamadığımız bir hayatın içinde beraber yanayana konuşmadan bir 5 dakika yürürdük.

Ben motoruma atladım.

- Yargıcının önünde buluşalım Bahar'dan bir limonata ısmarlayım sana
- Olur be abi güzel olur

Ne o Yargıcı'nın önüne gitti ne ben.

Oturamayacağımız gülemeyeceğimiz acele edeceğimiz limonatayı içmek hiç istemedik ki

Sıkışmış Topağcı'nın sıkışmış bodrum katında atlayıp çıkamadığımız yolculukların mutluluğu bize limonatanın serinliğinden çok daha iyi geliyor.

Ne oluyor da oluyor West Lafayette'nin o soğuk akşamından beri kendimi bir anda böyle grilerin içinde tıkanmışlığın nefessizliğin ananemin dedemin resimlerin hüznün bu şehrin her yerinde bu şehrin en hüzünlü köşelerinde bulmayı becerebiliyorum.

Manyak mıyım?

falling

18 Nisan - 15K Forest Run
16 Nisan - 15K Beşiktaş - Bebek
14 Nisan - 13K Beşiktaş - Bebek
12 Nisan - 12K Beşiktaş - Bebek
10 Nisan - 10K Ortaköy - Bebek

Saturday, April 17, 2010

Foto Lüks



Bazen yolda dedimi veya ananaemi görüyorum , bazen ikisini birden.
Bazen bir kaldırımda yürürlerken çok yavaş bazen daha genç bir parkta otururlarken.
Dedem yaşasaydı 88 yaşında ananem ise 86 yaşında...Neden sanki gayet olabilirmiş gibi geliyor bilmiyorum. Neden sanki erken öldüler hele ananem sanki dedemden de daha erken beni bırakmış gibi? Sanki daha fazla yanındaydım diye mi dedeme göre?

1 ay kaldı yanlarına gideceğim. Ne kadar zor da olsa , alıştım artık sanırım o anı karşılayabilmeye.

İçim sıkılıyor. İçim sanki merdaneye sıkışmış dönüp duruyor dolanıyor.

Yaz geldi ve yazları sevemiyorum ama sonbahardan kışdan inanılmaz kaçarken nereye saklanıp dinlenebileceğimi bilmiyorum.

Fotoğrafın arkasında Foto Lüks yazıyor. Lale sineması karşısı Bekir sokak no 2

Baktığım herşeyin fotoğrafını basıp filme döndürsem, oturup baştan seyretsem.

Foto Hayat
Foto Sen
Foto Ben
Foto Mevsim
Foto Çığlık

Friday, March 26, 2010

Ofisteyim ve saat 6:22
ve Çakma seven elevenden J&B aldım içiyorum şuursuzca. Şuursuzca derken ne miktarı ne de keyfi. İçiyorum sakinleşmek için sert günün sonunda. 80. kez aynı şarkı aynı yerde pes etmeden çalıyor.

İsrail aklımda. Greyhound otobüsü aklımda, Viyana'daki o son durak tren istasyonu ve durakta hiçbirşeyin olmaması volta atıp atıp trenin gelmesini beklerken tek eğlencemin elektrik direği olması, Ahmet ile Bodrum Torba kavşağı Peter Murphy'de yere çöküşümüz, çökerken sarılmamız,Milano konseri, Forest yemyeşil sahne hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak, Oasis konseri, havada elden ele yatarak dolaşan ben, Sheffield 2000.

Lafayette...ah lafayette. Buz gibi soğukta o buzzzz gibi soğukta yalnızlığım. kapının önünde paketleri bitirdiğim jim beam içtiğim Lafayette.

Canım çok sıkkın ve amına koduğumun bloğuna daha tek satır yazmak istemiyorum. Başladım ve daha fazla yazmak istemiyorum.

Monday, March 22, 2010

Erenköy



Ethemefendi caddesinde doğudum büyüdüm 12 yaşımda uzaklaştım
Kısa bir ayrılık sonrası gene oraya geri döndüm
sonra Hamam sokak sonra Taşmektep
Dayımın Şerafettin sokak'taki evi ve balkonundaki uzun masalar ve dedemler
sonra tesadüfen annemlerin Şerafettin sokakta dayımın karşısına taşınmaları
(tabii dayım ooohh-be nerelerde)

okudum büyüdüm seviştim ağladım dedemi sonra ananemi kaybettim
sokaklarına koştum
dostlarla dişe diş kanakan büyüdüm
kavga ettim
sarhoşluktan kaldırımlarına düştüm

Erenköy.

Sanıyorum artık tesadüfen uğrayacağım sokakları
benim için tanıdık bilindik nefeslerden, ayak seslerinden çıkıp
gene beni ele geçiren içimi daraltan, bakıp bir kaldırım köşesine yığılacağim,
oturup dışardan balkonlarına bakacağım, kapıyı vurup odalarını dolaşmak isteyeceğim evleriyle....kaçıp uzaklaşacağım Erenköy

bu fotoğraf Erenköy'ün son fotoğrafı
Olması gereken fotoğraf

Ananemi kaybettiğim balkondan o gece, hep bu noktadan aşağı baktım
Mayıs'ın sonu
sıcak Haziran'ın akşam serinliğinde bir günüydü
Dayım içerde ağlıyor
Annem ağlıyor ben nefes alamıyordum

Ağaç yemyeşildi
Ağaç'ta mavi dönen bir plastik çubuk vardı
Dönerken nereden geldiği nereye gittiğini anlayamadığım mavi bir çubuk
Koskoca bir gece o balkonda yok etmiştim kendimi

Sonraları balkona çıkamamış
Çıkıp ağlamış
Bilmece çözen babamın ensesinden tutup bakmaya korktuğım dala kesik atmış
Her seferinde içeri kaçmıştım.

Her ilişki gibi Erenköy'de bitti

Artık orada dururken yanına koşarak gidip koşarak uzaklaşacağım

Ağaç yeşillenecek 3 haftaya
Balkona el uzatacak
Sonra solacak Sonra rüzgara yağmura dayanacak
Sonra tekrar baharlanacak

Bugün 23 Mart 2010 8:44 sabah
Kendimi hiç bu kadar yok olanla yok oluyor hissetmemiştim

Herşey yansın istiyorum

Tuesday, March 16, 2010

...

Sabah 7:00'da kalktım ve traş oldum. Sanıyorum tam 2 haftadır ilk traşım.Güzel bir taktikle uzat fransız aktör ol sonra trim et aa bi bakmışsın gene aktör olmuşum ile giderken bugün gene mücadelede dikkat konulu bir gün olduğundan yenik düştüm bir kez daha.

Dün 12 K. Galata - Sarayburnu - Sultanahmet.

Sanıyorum bu ruta elveda dedim. Birçok şeye elveda dedim.

Sabah çiş yapmaya klozete oturup kalkınca kapağın kenarı kan içersindeydi. Tüm shortlar kutulara kalktığından ve dışarda Antalya'dan gaza gelip aldığım minilerinminisi maratoncu shortu rüzgarla beraber sikimin kenarlarından baldır aralarına toplanınca kesip durdu. It's like beirut down there.

7:15 evden çıkmayı becerebilme. Hem de balıkları besleyip.

7:17 Vespa.

Tüm yazışmalara çizişmelere rağmen gene Nescafe Gold. Ah nesin sen be nesin sen böyle.

Max bluenote eşliğinde sağ achilles gene pit pit atıyor ve en sonunda MR randevusunu aldım.

Babamı uyandırdım, kaaaalk yürürüüüü kaaalk annemle yürüüüü.

Kurşun kalemin ucu açıldı, yapılacaklar alt alta.

Bir tanesi israilden alınan bilekliği Filiz'e sıktırt. Düşmek üzere.

Bir diğeri sigortadan parayı geri istedin mi?

Perşembe Ömer doğum günü. Ve yaklaşık 6 senedir doğum günü ne yapacaksın sorusuna canım abimle karşılıklı hep gülmüş aaa doğum günü mü ulan ne yapim evde oturacaz cevaplarını vermiş esasında gözlerimizle ne oldu bizelere o coşkulu omay kardeşlere diye de delip geçiyoruz. 40 yaşında bir abim var 38 yaşında bir ben var.

Ve yazar belki ilk defa bir süre sonra Nezihe, dede, ve baba üçlüsünden çıkıp bir 3. şahısın da detayına girer ve hatta özelini paylaşır. Niye şimdi durup duruken? Halbuki burası ve yine burası yazarın aşk böcek çiçek paylaştığı yer değil başladığından beri dede ve neziheden ve babadan başka 3. şahısları figuran olarak kullanmış detaya da girmemiş bir yer olarak kullanıren niye şimdi bambaşka bir şekil?

Sanıyorum burayı topu topu 8-10 kişi okuyor ki o da bir zevzek yüzünden...İşte o okuyanlar, benim 8-10 aslan neferim, teşekkür ederim ama bir faydası yok size buranın hayatta çok daha güzel coşku dolu şeyler var okuyacak hayatta çok daha güzel vakitler dakikalar var uğruna...

Sanki Haziran geldi.

Sanki Haziran geldi.

Sanki Haziran geldi.

Sanki Haziran geldi.

----------
Ne Şubat anladım ne Mart anladım
her akşam uyanık kaldım
her sabah kendime baktım
Yola kalktım
Yoldan vardım
Geriye dönüp bir de baktım
Ne Şubat anladım ne Mart anladım
-------------------------

21,5 K




Bu sabah saat 6:00. İki aylık çalışmanın son sabahı. Antalya Konyaaltı. Otel balkonu. Heyecandan saaatine bakmadığım koşunun esasında 4,5 saat evveli. Balkondayım çıplağım soğuk. Koşan 3-5 insan. Şaşırıyorum. Neden şimdi? Baktığım suların 45 dakika ötesinde Olympos, 2 saat ötesinde Kaş. Güneş birazdan bulutun altında kalacak ve yağmur yağar mı acaba diye korkacağım. Huzursuzlanıp otel lobisine ineceğim. Geri geleceğim. tekrar dışarı çıkacağım. vakit geçmeyecek. Sonra geçecek.

İlk kilometreler sakin. Sercan Sungur set (Run 2 Lonliness kulaklarımda patlıyor) 9.3 ile başlıyorum. Dinledikçe 9.9'a çıkıp daha ilk 3 km'de 11.3 ile koşuyorum. Dur diyorum duruyorum yavaşlıyorum.

İlk 10K. Rahat ve dingin geçiyor. Dizler OK kaslar OK. Kalp OK.

Semih uzaklaşıyor. Dahada yavaşlayıp Melisa'yı beklesem mi? Hayır. Devam ediyorum.

Bunlar koşu evveli gördüğüm, beğendiğim 2 alman. Kıyafetlerinden sanki teknik fışkırıyor. yanlarına gidip beraber koşsak mı demek istiyorum. Dİyemiyorum. İmreniyorum.


14K.

Moris'i geçiyorum. Geçerken elini tutuyorum. Geçerken 2005-2008 tüm Bebek-Ortaköy koşularımı da geride bırakıyorum.

17K...Durmak istiyorum...Duramıyorum. Sağ dizimi hissetmiyorum. Açmaya çalışıp açamıyorum. Pandaloop'a başlıyorum.

20K. 19K'dan sonraki ilk break-point. Stadın ışık direklerini görüyorum. Gülüyorum.

Son sağa dönen viraj stadın girişi. En büyük alkış burada. Hızlanıyorum. Son şarkı 21.5 km bekleyen şarkı A Time to be Small...

Stadın girişi kum. Sola dibe yaklaşıyorum. Tartan başlayana kadar.

Son 300 metre.

Titriyorum. Bu sefer olmaz. Şarkı bitiyor. Koşu bitiyor.

Geri bu resim kalıyor. 2 ayın özeti bu resim. Bu ayakkabılar sanki sallasam milyon anı milyon sokak milyon ben milyon sen milyon o düşecek ayakkabılar.

Bunlar da yeni ayakkabılar ve yeni çılgın çoraplar.

Binlerce sokak binlerce ben binlerce ağrı binlerce K binlerce sen binlerce o binlerce dedem binlerce buşehir dolacak taşacak ayakkabılar. Hatta dolmuş belki de yeri kalmamış ilk Mizuno'lar.

Bu da geriye kalan (kayıt için kalsın)



Monday, March 15, 2010

I think I'm obelix
I think I can carry the biggest rock full of pain
I can run with it
I can run the distance without dropping it

I think I'm obelix
I carry a stone of past and now
full of memories and happenings

you can beat me on the way
u can blindfold me
you can lead me to unpaved paths
and you can tie my legs

just leave my hands free
so i can carry

Wednesday, March 10, 2010

1968


Babam 33 yaşında. Ben şimdi 38 yaşındayım. Annem 21 yaşında ve niye heyecanla kürdanları tutuyor? Niye babama bakmıyor? Boynundaki altını kim vermiş? Babam annemin omuzunu heyecandan mı tutmamış? Külünü bir türlü bu yüzden mi silkememiş? Annemin babama kayık omuzu "olsun bak seninim yaklaşamasam da sana bakamasam da seninim" mi?

annem bu kadar hafif bir gömlek giymişken neden babam balıkçı ve ceket? Terlemiyor mu ? Annemi o saniye isterken dişleriyle gülerken heyecandan terlemiyor mu?

Kaçıncı bardak rakısı babamın?

Cama kim yazmış "canım" diye?

Arkadaki kadın neden bu kadar mutsuz ve suratı masaya bimparça bakıyor acaba kocasıyla mı konuşmuyorlar yoksa karşısında bir ayrılık mı oturuyor?

Kızarmış ekmekler yenmemiş, üzümlerden sadece 3 tane kalmış.

Restoranın adının Ancelo olduğunu biliyorum. Başka birşey bilmiyorum...Ha bir de şimdi bu resmin üzerine abim doğmuş ben doğmuşum ben babamdan büyük bu resme bakıyorum. 41 sene geçmiş.

41 sene sonra elimde bu resim babamda beni annemde beni görüyorum ama başka hiçbirşey göremiyorum. Orada olup o tuzlukla o ceket ile annem ile babam ile yanayana karşılarında sessizce oturup dinlemek istiyorum. ve sonra geçmiş olan her seneyi ve her anı onlardan dinlemek istiyorum

Ama soramıyorum sanki hiç duymak istemeyeceğim şeyleri duyacağım diye ya da duyup dönüp kendime bakıp kızacağım diye sormak istemiyorum.

keşke sorsaydım da gelecek onu da biliyorum. Ama sormuyorum.

Tüm bunların yerine sabah kızgın çöpçülerin suratına merhaba diyorum, açılan kepenklere hoşbulduk, Vespam ile girdiğim çukura sana ne oldu böyle diyorum. Ağaçlara az kaldı dayanın, park etmiş sıralı arabalara oh olsun size çekiyorum, içtiğim kahveye şarkı söyleyip, aynada sakalıma sarılıp, kalemime dokunup, kendimle sanki bir çölün ortasında kumdan ottan daldan bir şehir kurarmış gibi eften püften boktan soktan şeylerle konuşup duruyorum, bazen bir poster ile dakikalarca bazen balkondan uzanıp giden gemiyle dakikalarca, bazen sesli bazen sessiz bazen içten bazen yalandan bazen ağlak bazen kahkah bazen sabah bazen akşam bazen bazen bazen daima konuşup duruyorum.

Dün evi ve eşyalarımı kolilerken yıllardır benle gelen superhero'larımı da koliledim, uzaylı saatimi de, kurmalı teneke polis arabamı da...

Hepsi bana göz kırpıyordu, "nereye gidiyoruz lan gene" diye

Thursday, March 04, 2010

Bloody Birthday

Woke up to a blinking light
it was 2 am at night
a friend
a true friend

woke up at 6
drove my vespa
all streets, wet and grey

mom at 8
she is in love

father today
father tomorrow
like a narrow passage
we will take the courage
and go in again
and come out again

we will come out again

its march like november
its friday
and its a bloody birthday

play the bass for me now

play for today

Wednesday, March 03, 2010

Sabah 6 30 da uyandım. Erken uyanıp 5-10 dakka nefes alabilmek güzel. Güne başlarken yağan düşünceleri iştimalamak, istemediklerini itmeye çalışmak itemediklerine cesaret vermek güzel oluyor.

Man's health dergisinin de yazdığı gibi peanut butter ve reçelli ekmeğimi yedim.

Her sabah "bugün traş olsanı lan"'ı "yok lan gittikçe daha güzel yakışıyor"la da savuşturup, 10 günü kalmış sokaklarda motoruma bindim.

Galata - Galatea

Sevmek ile sevilmemek arasında kaldı benim için. Ya da bu güzel bir semt bana iyi gelmedi ben de ona iyi gelmedim, birbirimizi anlayışla terk edeceğiz.

Galata'yı biraz büyütüp Karaköy-Haliç-Asmalı-Galata çizdiğimde ise hayran olduğum kalp çıkıyor karşıma. Okulumdan dedeme haliç kıyısından karaköy vapurlarına.

Belki de bir yere bağlı kalmayıp her 3 senede bir semt değiştirmem tam bana göre. Sanki terk ettiğim her semti arkamda bırakırken endişelerimi de bırakıyorum.

Motora atladım, beni üzmeyen ama yaşlandıça aksıran tiksiren hiç bir zaman yenisiyle değiştirmeyeceğim üzerinde 25,000 KM mark'ı vurmuş olduğum vespam.

Doğum günü yemeği iptal edilecek, 2 kişiye sms attın bile, aman diğerlerini unutma, bugünün uğrak semtlerinde Sultanahmet-Taksim-Yıldız şimdilik kesinleşenler.

Bugün 4 Mart.

Bugün böyle.

Yarın kendime bir solo Martini Bianco ısmarlayacağım öğlen, kaç sene oldu içmeyeli, üç beş?

Cumartesi herşey güzel olaca, cumartesiyi sakince bırakıp (?), pazar koşacağım.

Pazar koşacağım.

"It's not just blues
It's a sea in the surface too"
It's a purpose

I am training myself how to stay numb
I am telling myself not to hear
pavements are a mass
and a dog sits without a smile

chanting birds don't fly now
and the white building turns to grey
as I turn to a midget under its shadow

run, and stop, till it hurts
till it fumes and breaks

I am training how to play everybody
I'm you I'm him I'm her
I'm the boy in the backseat
I watch the wheel turning left
But I don't reach there

run, and stop, till it hurts
till it fumes and breaks

I'm training to play
to play the old songs to wake up out of this time
its like a popcorn too many bursting- can't hold all of them
my hands are full

run, and stop, till it hurts
till it fumes and breaks

Sunday, February 28, 2010

...

driving Vespa, bench press 40kg, hairy chest,allergies in the morning, shoe size: 43,5 and growing, steak always well-done, can turn tongue 360 degrees.

that's my info line in 2005

2010:

still driving vespa, bench press 30 kg, trimmed chest, allergies allergies always allergies, shoe size: 44,5, and i think it stopped growing, steak still always well done and still can turn tongue 360 degrees


o kadar inanırdım ki bir gün astronot olacağıma.

Sayfalarca siyah beyaz kağıtlara ay üzerinde gemim, gemiden inen ben, ay yürüyüşlerim.

Annemin bağırışları arasında gardrobun üstünden, havada asılı kalacağıma, bir gün elbet havada asılı kalacağıma inanarak yatağa atlamam, yatağın ara tahtalarını kırmam.

Bostancı'da UFO görmem. (Ey yukardaki sen biliyorsun ki doğruydu biliyorsun ki gördüğümüz şey gerçekti, ben gördüm, o yanan bembeyaz ışıkları söndükten sonra koşarak balkona çıkışımız annemin sarkma deyişi o yeşil o kırmızı ışıklar)

Patlayan uzay mekiğine saatlerce ağlamış, sonrası her kalkan fırlayan mekikleri ağzım açık seyredim içinde olduğumu hayal ederdim.

Her uçağa binişim mutlaka cam kenarı olmalı mutlaka buz gibi cama alnımı dayayıp uçağın içindeki ışığı yok edip uzaklarda bana göz kırpıcak gezegenlere ve cisimlere bakardım/bakarım.

Nasıl büyük bir hayal kırıklığı ki hala ve hala uzay araştırmalarının şu bilindik çok da tanıdık resmin versiyon after versiyondan başka birşey sunmaması.

Mars - bunce sene sonra paraşütle fırlatılan legolar.

Çok üzülüyorum sanki ömrüm yetmeyecek ve görmem gerekenleri göremeyeceğim.