Sunday, December 16, 2007

...

16 Aralık
tarihten bağımısız saatten uzak bir köşede tek başıma inanılmaz bir baş ağrısı ve kol tutulması ruhumu büzmüş oturuyorum. Günün en eğlenceli dakikası koskoca bir Tv programında yani programın kendisinde 3 kişinin koltukta Play Station oynuyor olmasıydı.

Safça inanıyorum bazen:düşünceler koskocaman sandoz gibi çözülecek ve şifa dağıtacak, beklerken, ve çözülmeye başlarken un ufak olurken binlerce düşünce bu kelimelerde ve şu harflerde anlamsız bir takım paragraflar ortaya çıkıyor.

Sıkılıyorum. Çok sıkılıyorum.
Yazmak istemiyorum.

Wednesday, November 07, 2007

Gri



cektikten neredeyse 1 ay sonra, bu fotoğrafa, şimdi dikkatlice :sağdaki en uzun binanın fotomontaj olduğunu farkettim...sanki...sanki fantastic futuristic fucked up cheap asshole rent a blockboster action space movieden bi sahne gibi geldi..bi sonraki karede bombalanacak havaya uçacak.

bende hayatın içinde hayatın kendisine dokunmadan "hayatmontaj" bi karakter olarak ne duygu sevgi ne sinir karaketer rolünde başrolde ya da extra işte öyle hayatın içinde montajdura kalsam gitsem...ne olurde be..fena mi olurdu?


"bambaska bi uzakta sabah gene erken kiyi kenarinda kendi kiyimda oyle dururken. Gene anladim ki : 3 gundur burada bunca kalabaligin arasinda kendi sesimle tek basima ayni his duygu ic sikintisi

esasinda yasadigim sehirde onca seyin yaninda benimle beni terk etmeden...2 ben var. Biri yasayan biri de hep ama hep tek basina boyle kiyilarda kendine konusan. Bi ipimiz olsa ceksek sonsuza kadar donussek. Balik olur buradan atlardim. Cikmamamaya. En guzeli ayni yukarsi gibi binlerce yanyana ama konusmadan hic ve hep mavi" Ekim o7

7 Kasım

kokunu, saçlarının kokusunu, gülüşünü, tenini ellerini, gözlerini, sallandığın sandalyeni, dedemle yanyana gülüşlerini, beni karşılayışını, beni sevişini, beni öpüşünü, resimlerinin gerçeğe dokunur gibi karşımda oluşunu, beni sevişini bana bakışını bana dokunuşunu bana dokunuşun ve beni terkedişini yaşarken

seni severken
sana aşıkken
seni özlerken
senin için hayatımı sahip olduğum herşeyi beni ve beni ve beni bırakıp gidebilirken

seni severken

iyi ki doğdun nezihem....

Saturday, October 27, 2007

i won't regret you

nasıl şennn şakrak bebekten başlayan son koşu ile kuruçeşmeden muz alış taa geriye yürüyüş, yorulmamak için. Sonra traaak diye bambaşka bi gün. yahu ben böyle kalkmamıştım ki yataktan. Bir gün bile bu kadar değişecekse yoook ben almayım da diyemiyorsan ne yapacam ? Götündeki son tüyü de çekip koparılmış bi kaz gibi sağa sola kafamda da bi çuval sanki ya da kafası kesik tavuk gibi çarpıp durmak.

and it's raining...

ah ne güzelde veriyor dj diye ilk road trip, kaza, arkasından açı çığlık, bi benzincide tüm benzicilerin gözü önünde tahta masaya yatırış, 30 dakika bekleyiş, tamam kırılmadı herhalde haydi,az kaldı bu kadar geldik dayan, yokmuş hay allah 300 ytl ne ev ne havuz ne bi hayat bekleyen.

niye yazıyorum bunları buraya hatırlamak.

I am a photograph on your wall and it's all I need.

çünkü artık STM'de inanılmaz bi geriye gidiş yaşıyorum. Not almaya daha fazla başladım.

yazmak istemiyorum...saçıma 12 senedir yapmadığımı yapıp,iki avuç hobby jöle banayıp dogstar, roxy, peyote, gizlibahçe, arka bahçe, o sokak bu sokak, ve sonunda gene kılıç ali paşa camiinin muhteşem silüetinde bira, iki shot bi sek bi rakı bi votka cin...

I was riding this city
with a sinpack on my back
suddenly I came to a stop
at a station where time is changing.
and god is watching.

Saturday, October 13, 2007

let's follow the cops back home


am i sitting in front of what?
myself or turning back to the very-myself
couldn't find any shallow tree
jumped over there and now here
bruised and all turning to yellow

stuck here and there

akrep ölürse yelkovan da ölecek


Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head
As the bruises turn to yellow
The swelling goes down

When I dream I dream of your lips
When I dream I dream of your kiss
When I dream I dream of your fists
Your fists... Your fists



i miss u.

3 ? 5?


7 senedir kullandığım çamaşır makinemde
3 hassas renkliler
5 beyazlar
252 tahmini makinayı aldığımdan beri çalıştırma sayı
2 programi 252 kere kullandim sadece 3 ü ve 5 i
252 keresinde yani her seferinde :
beyazlari koydugumda beyaz 3 müydü 5 miydi diye sorusum
renklileri koydugumda renkliler 3 müydü 5 miydi diye tekrar bakisim
bu yaziyi yazmadan evvel 3 neydi 5 neydi diye bi daha bakmam

camasir yikamayi sevmediğim içinden mi, yaşlandığımdan mı, dalgamdan mi, alzheimer mi, yorgunluk mu, hayatin sadece renkli ve renksiz olusu mu, deterjan mi, mutfak da durmasindan mi, benden mi , kendisinden mi, başkasından mı...

fon: yagmur arkasi tom yorke - the clock

dün

bayramın ilk günü
ailecek, (mumla aranır)sülalecek pek bi gelenek değildir. Eskidendi.
Ama gene de anne baba ve bir iki büyük aranır.
Duştayım. "Çıkınca önce annemi bi arayım, sonra Nezoş'u"

kalıyorsun kasılmış bi şekilde. Hala.

Anne arandı, baba arandı, dayıya kızgınlık. Teyze hala yoğun bakımda. Kuzen Dubai'de.

Sonra sahte yalancı sms'ler iş ortaklarına.

Sunday, October 07, 2007

some kind of dream

anlıyorum şimdi… neden eskiden ölenlerin arkasından matemlerin 3 ay 6 ay 1 sene sürdüğünü. belki de daha uzun belki de neden yıllarca paralize kalındığını hareket edilemediğini yutkunamadığını nefes alınamadığını. cause it was still life. dumduz bir hayatta gündeliğin su gibi berrak olduğu çitsiz çıtasız dikensiz hayatların yaşandığı zamanlarda.

İt it it it. İşe ver kendini , maç başlayacak, bin vespa'ya uzaklaş biraz, unut unut at at at. Mümkün mü. Mümkün mü ? Esasında evet ama atamıyorum o kadar da uzağa atamıyorum…o kadar uzağa. Hala kokluyorum hala dokunuyorum. Hala sanki her kadın sesinde her sırtı dönük bi kadında onu görüyorum. Koşup sarılmak istiyorum. Ölüm sanki hiç gerçekleşmiyor da sanki ara veriyo, sanki kapı çalacak sanki telefon edecek sanki alacaksın Markiz'e götüreceksin sanki o kendi ördüğü hırkasına sarılacaksın.

Her şarkıda, şiirin öpüşen sevgililerde düşen yaprakta onu hissediyorum. Sanki sevgi formunu kaybetmiş sonra kendini onda yeniden bulmuş.

Gözyaşımın ilk defa tereddüt etmeden kendini koy verdiğini hatırlıyorum.

Ona son kez dokunduğuma dokunuyorum.

Onu son kez öptüğümü öpüyorum.

Hangi formda olursa olsun ona tekrar kavuşmak istiyorum.

Canım acıyor. Daha fazla acıtmakla acıtmamak arasındayım.

Bir gece daha son buluyor. Yarın geceye doğru. Zamanın içinde gene oradan oraya koşturduğum bir hafta sonu ve keyless man ile geçmiş compressed kutular içinde konuşulmuş binlerce konu.

Sonra bi an geliyo, işte böyle, yolda da böyle maç sırasında da böyle. Duruyorum. Dokunmak istiyorum. Ne ellerim yetiyor ne kollarım.

Günler sanki hiç uyanmak istemediğim bir kabus gibi.

Ne yazdığımı bilmeden yazdığım bir karmaşa gene. Gene burada bu gece bu sayfada.

Nezihem. Canım ananem!

Friday, October 05, 2007

reach your arms up to sputnik

an go ra 12 ytl ama o kadar güzel ki ne mantarını koklamaya gerek var ne de etiketine bakmaya , yılı mı, fermante envanter fıçı üzüm yılı ekim..2009..bitir yeter

bitti bi şişe, gidip geldim çişe
yetmedi bu neşe
hayır var her işte
ah şu kayıklar peşpeşe
fi tarihinde mi marketindnen aldığım bir smirnof şişesinin kutusunun içinden smirnoff twist diye bardak çıktı, ki o bardak her seferinde absolutun hışmina uğramakla kalmamış, şimdi içinde dünyanın en güzel renginde sadeliğinde tek buzla jack'i konuk etmekte.

once I saw noone has ever seen
once I were noone has ever been
once I kissed the moonlight
and she kissed me back
and that was the last time
and the...
last thing that i ever want in my everlasting life
is to fall like tree
in memory of sik sik sputnik , 50 years ago.... and the history changed... http://history.nasa.gov/sputnik/

...

ohhhh, ayılmalar bayılmalar diyarındayım, en derine ulaştım mı bilemiyorum, ama bu hali de hiç mi hiç sevmiyorum, ne demiş şair "kendi kendimizle yarışmaktayız gülüm...ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, ya da dünyaya inecek ölüm..."

okuduğumdan beri, aklımdan çıkmıyor, "kim görecek gözlerimi son kez açık, kim duyacak son nefesimi" kapıdaki pizzacı çocuk mu, parayı uzattığım kasiyer mi...

çok ama çok evvel, yabancı bi ülkenin yabancı bir ormanının içinde koşuyordum, dar ve ağaçlıklı bir yolun içinden koskocaman bir çimenin ve uzaklardaki dağın içinde düştüm. Aynı duyguyu: şimdi göt oğlanı, bir zamanlar kes-de-keseyim-kır-de-kırayım-kafamı dostumla bodrumun içinden esasında pek de sarhoş değilken güllüğün üzerinden doğan ayı görüp, kenara çekip Bauhaus dinlerken öylesine sarılıp nedensiz kopmuştuk ağlamaktan. Sarılmanın ötesinde , karanlıkta kapkara dağların dolunaydan apaydınlık tepelerine bakakalmıştım. O gün, kalksam, insem aşağı suyun üstünden yürüyebileceğimi bilerekten ve o dağın tepesine o aydınlık çizginin ötesine geçebilsem bambaşka bir hayata adım atacağımı biliyordum.

Kalkmadım, yürümedim, öteye geçemedim.

ve sanki bitmişti. O ilk ve son kez tanınmış bir hak gibi, son bulmuş uçmuş gitmişti.

Şimdi (Demin oldu bile)

Şimdi ne zaman o uzak tepeleri ve çizgileri görsem, sanki ruhum tüm kızngınlığı ile terkedip gidiyor öteye... geri geliyor daha da bi kızgın...

sanki: işte ne zaman bu terkedişler ve geri gelişler başlasa ben bu derinlerde kaybolup gidiyorum.

benim melankolimin türemesi bu mu....

?

bu terk edişler ve geri gelişler mi....

sanki uzun bir karanlıktan sonra doğmuş ışığın altındaki o tepelere her gidişte başlayan her dönüşte kabaran sonra yok olan bi sonraki doğmayı bekleyen...ruhumun benimle kavgası mı bu?

bu ayda 4 gün değil ama, 14 bazen 24 kere doğan tepelerin arkasındakini, bana her gösterişindeki terk edip gitmesinde, terk edememeyi yeniden sunan...


P.S: Ekim! akşamı koşup soğukta terlemiş gerinirken, şimdi sırtımda bir dal, nefes almak ne mümkün.

Saturday, September 22, 2007

i let fall flowers of blood


Muhteşem bi 3 gün geçiyor. Gıpgri, ve yemyeşil. Yapraklar daha solmadı ve dökülmedi ve rüzgar deli gibi. İnanılmaz bir şuhu içinde sallanıyorlar. Geceyarıları gündüz gibi. Gene zaman komik oyunlar oyunuyor ruh hallerime. Bu kadar "kuvvetli hatıralar hafızası" nasıl olabilir..çok sıkıldığım çok bunaldığım dakkalar çoğalıyor. Beynim bir sunum gibi sayfa sayfa atlıyor kendine göre, bazısını hızlı geçiyor bazısında kalıyor, bana bırakmıyor...Bacaklarımı yanlara açıp plaj kenarında kıçımı ve bacaklarımı sımsıkı kuma yapıştırıp kendimi kıyıya iterdim. Kum balıkları kaçamaz arada kalır dudaklarını bacaklarıma çarparlardı. En kıyıda avucumun içinde, oradan gazoz şişesine...Avucumun içindeler şu an, bacaklarımın arasında. Nasıl sabah uyanmalar, hormonların kıpraşmaya başladığı rahatsızlıkların tamir olmadığı uyanışlar, nasıl da daha bir zorlar şimdi. Sonbahar geldi tam ortada. Sıkıyorsa kenarında geçe dur, imkansızs , isteyen kim.


"this dream always ends" i said "this feeling always goes the time always comes to slip away" "this wave always breaks" i said "this sun always sets again and these flowers will always fade" "this world always stops" i said "this wonder always leaves the time always comes to say goodbye" "this tide always turns" i said "this night always falls again and these flowers will always die"

bloodflowers - the cure

Thursday, September 20, 2007

Keyless Man

Fed faizleri 50 puan indirdiği günün ertesi:

"Nasıl üstüste birbirini ezerek, personele bağırarak hisse alıyorlardı bi görsen...Orhanım hayvanlar yanıbaşımda inanılmaz rakamlar telafuz ettiler ve maalesef servetlerine servet kattılar, metroyla eve dönerken insanlara baktım, o paraların milyonda biri için hayat kavgası veriyorlar, üzüldüm, öyle işte..."

19 Eylül 2007

Friday, September 07, 2007

1996 mı ? şimdi mi? o mu ben mi ? ben mi ?

Her saniye düsünüyorum hemde o kadar cok düsünüyorum ki sonunda düsünmüs olduklarImI düsününce kafayI yedigime inanIyorum. Isin kötüsü düsündüklerimin sacma oldugunu bile bile inamaya alIstIrmam kendimi. Küçükken gözlerimi kapatIp hiç bir sey aklIma getirmeden beynimi dinlendirirdim. Acaba kaç dakika hiç bir sey düsünmeden durabilecegim diye dakika tutardIm. Simdi degil bir dakika bir saniye bile imkansIz. Bazen burada ne isim var diye kendime soruyorum. Dün aksam Viyana sokaklarInda dolasIrken „gerçekten ne yapiyorum ben burada“ diye defalarca kendime sorup durdum. Hele hele ilk aksam gittigim clubdaki anlatamadIgIm o belirsiz duygular... Bir yandan sahnedeki çIplak vücutlarIn sIcak danslarIna bakIp sasIrIrken bir yandan da arkamI dönüp sahneyi aydInlatan IsIgIn altInda karanlIgIn içinde kIpkIrmIzI yanan Coca-Cola amblemine bakIp afallasIyordum. Sanki „ben artIk senin kaderinim “ veya „kurtulus, burada bu sehirde“ dermiscesine duruyordu orada reklam. Her aksam Lafayette sessizligini anlatan odamda 32 kanalla vakit geciriyorum. Hele hele dün aksam kuru havada ortaya çIkan dolun ay beni gene o soguk sokakta, o soguk merdivenin üzerinde oturup bahçelerinde kIrIk bisikletler olan siyahilerin evlerine bakIp acIlarImI içime çektigim güne götürdü. O günde ay çok parlakti ama hep umut doluydu; simdi ise soguk bir IsIk kadar itici. Bir tatile ihtiyacIm var ama dinlenmek veya denize girmek için falan degil. Ruhumla basbasa kalabilmek icin. ArtIk ruhum da bana küstü. Neden artIk hep mutsuzum? Ve bu ne kadar böyle devam edecek? Yoksa, hep o filmlerde görüpte özendigim los IsIklI, çok bilmis barmenli, sadece burbon içilen barlara gidip saatlerce barmenle konusan beyaz saçlI, anIlarI ve acIlarI ile yasayan evliyalara mI benzeyecegim. Belkide cok cabuk evlenip iki üç çocuk üretip aile hayatIna kaçmak kurtulusum olur. Hani derler ya çocuk insanIn herseyidir diye. Iste, iki oglum olursa hayatImIda onlara adarsam belki biraz anlamlasIr bu mutsuz hayatIm, belki acIlarIm azalIr veya azalmazda ogullarImIn sevgisi örter üstlerini...Canim babacIgIm...NasIl hosuna gitmis yolladIgIm fax. „çok güzel bir fax çekmissin“ dedi. Nesi güzeldi ki iki satIrlIk faxIn. Telefon numaramdan baska bir sey yazmIyordu. Ne kadar mutlu kimbilir? NasIl böbürlenerek anlatIyordur kimbilir? CanIm annem...NasIl heyecanlI buradayIm diye. NasIl dün aksam gizli gizli aradIgInda hala saglIgImI soruyor. Günler çok çabuk geciyor. Mezuniyete çok az kaldI...Acaba ne olucak sonrasI? Sadece tek bir sey söylemek istiyorum satIrlarImIn sonuna yaklasIrken. Bazen ellerime bile bakmam yeterli oluyor acIlarImI görebilmek için. Sanki, saatlerdir agIr yük kaldIrmIsIm gibi hep çok yorgun ve ihtiyar ellerim... 5 Haziran 1996 Viyana

Başladı


Tam bu sonbahar travmam üzerine oturup düşünürken: ben mi yaratıyorum yoksa değişen dışarsı benimle bu tarz bir ilişkiyi mi seçiyor, yoksa ben mi bildim bileli sonbaharı bekler durur ortada neden yokken melankolik ve üzgün olmayı tercih ediyorum, bile bile kendime bir oyun mu bu oynadığım? Mutsuz olmayı tercih edebilir miyim? Mutlu olduğum günler ve dakikalar uyduruyor muyum kendime ? belki de bu kadar düşünmemem gerekir belki de sen uyduruk oyuncu yalancı düzenbazın tekisin diye söylenirken camı açtım. Açtığım camdan girdi, ensemden gömleğimden içeri (slowdive), göremezken, duvarda belirdi, biraz titrek biraz korkan ama çok isteyen bakire bir kız gibi...kendini gösterdi duvarda. Teslimiyet. Belki de duyguların en sessiz olanı ve sonucu en belirgin olmayan ama sonucu bi o kadar da hızlı AL SANA! duygu. Ya korktuğun ya istediğin ya da hiç hesapta olmayan bir duygu gelir teslimiyet sonrası. Nasıl bu 3 bilinmeyenden içeri bıraktığında kendini ne tarafa düşeceğini bilmeden korktuğun sırada, zaten çoktan yerdesindir.

Her sonbaharı kalpten beklediğim bir dost vardı yolda kaybettiğim. Hayatın, “hep dik durmalısın bu yolda, duramazsan da sökerim senden” dediği bir yolda şimdi sökülüp siktirip gitmiş, bir dost vardı kalpten sonbaharı beklediğimiz karşıladığımız. (Ki bu dik durmalısın yolunda, yoldan çıkaran kenar taşların otların bokların püsürlerin feminen ruhuna ne demeli !) Caddebostan sahil çamurken o çamurun içinde radyonun yeşil ışığında ( http://www.channel4.com/4car/media/100-greatest/03-large/41-ford-escort.jpg işte aynen bu Ford Escort dayının arabasının içinde hatta resimdeki bile ben ) yağmuru beklerdik. Donardık yürürdük ağlardık tokatlanırdık. Suratımıza çarpsın diye camı açardık, koltuklar batsın diye, yetmezdi dışarı çıkar ıslanırdık. Eve döner camın dibindeki yatağımda dışardaki malta eriği ağacının kalın yapraklarını seyreder, sen ne kadar kalın ve ağır olursan ol, elbet sen de teslim olacaksın diye tek tek çarpan sonra o yaprağın üzerinde biriken boyunbüktürenleri seyrederdim boynum bükük sarkmış, yatağınkenarındabuzlubir bardağa uzanmış.

Ortagenç yaşta mıyım yoksa gençorta yaşta mıyım bilemiyorum. Kesin olan sanki olduğum yerde olgunluğun artık sona erdiği. Belki de olgunluk pes etti benden, sana zaten hiç gelemeyeceğim diye, belki de terk edildim aldığım kadarıyla.

Hani ince sesli kadınlar vardır çetin mi çetin, köşeli mi köşeli, çakıl taşı kadınlar ama birazcık üzerilerine gittin mi zırlayan, sanki kumdan.... sanki yaprakların hepsi bu zırlak kadınlar gibi duruyor sallanıyor kimisi renk değiştirmiş zırlamaya başlamış bırakmak üzere kendini.

Ve bir de mevsim göremeyen denizciler var, yapraklarını dalgalarda bulan, ufacık bir odada 6 ay hep aynı dergi ile masturbasyon iştigal.
Resim: Şimdi.

Friday, August 24, 2007

koleksiyon

dedem ile pazara giderken ya da ananemle ( çok acaip sanki dedemi yazarken öldüğünü bilerek yazdım ama ananenin a'sına basınca öldüğünü unutmuştum - ve şimdi gene sel) terazilerdeki ağırlıklara gözlerim açık bakar hangisinin kaç gram olduğunu anlamaya çalışırdım.

İlk seti Ayvalık'taki antika pazarından aldım aa ne güzel dedim ve toplamaya karar verdim. Önce zor bir katagori seçtiğimi anladım çok bulunmuyor etrafta, sonra bulununca da pahalı bi katagori olduğunu anladım sonra da Kapalıçarşı'ya gidince esasında uff amma da var vay amma da pahalılar dedim. Hele hele Selçuk döneminden kalma tek parça olan 400 ytllik..harikaydı almadım alamadım ama yavaş yavaş.
Hepsini not ediyorum kaça nereden diye...and I like it.

Monday, August 20, 2007

...

gölgenin serinliğinde ve köşesinde içim bayılmış sızmış salmış dalmış kalmış dururken dizimin kenarında öylesine ufak bi kaşıntıya el uzattığımda ölen bir karınca geldi parmağıma...Bi anlam çıkarmalı mıydım dedim kendime...birçok hayatı böyle kaşır gibi rahat bir hareketleyok edip bitirdiğime mi fokus olmalıydım, yoksa sızmış dalmış bayılmış kalmış devam mı etmeliydim o saniye pek bilemedim, bilmek de istemedim.

fonda: Linkin Park - Collapsing the unit

Monday, August 13, 2007

smaller and smaller gets the ring

ananem gitti, sonra yengem, bugün amcam...hayatımda kulaklarımdan ilk defa bir merhum omay kelimesinin caminin boktan hoperlünden kulağıma tısladığını tısladıktan sonra beynimden içeri girip heryerimi dolaştığını dolaşırken gözlerimin cemaat içinde babamı aradığını bildiğim halde orada durduğunu, iki önümde durduğunu biraz solunda abimi, taa en arkada bankın yanında annemin kalabalıkta o saniye sadece bize baktığını biliyordum görüyordum.

Hiç görmediğim tanımadığım "ben senin kuzeninim birinci dereceden kuzeninim" diye gülerek önüme çıkan suratları bypass edip duvarın kenarına oturdum bi yanımda abim bi yanımda babam, gülüyorduk neye güldüğümüzü bilmeden, annem uzakta hala bize bakıyordu.

İnsanlar gördüm, ellerinin parmakları aynı benim parmaklarımdan; kadınlar gördüm, ilk 4 tekerli bisikletimin eskimiş hatırası gibi babanemin hatırasını canlandıran çeneleri burunları ve kafaları ile kadınlar gördüm. Kalkıp ayıp olmasın diye yanlarına gidip tanışmak istedim sonra siktir çektim bunca sene ben istedim de ben mi neden oldum tanımamaya.

Babam 72 yaşında hala herşeye herkese hakim olma tavrıyla arabayla uzaklaştı gitti defnetmeye. Annem, birazdan ameliyat olacak ve muhtemel çoook ama çok az ömrü kalmış teyzeme gitti kuzeniyle. Ben vespaya abim de ikitekerine atlayıp uzaklaşırken , annem hala bize bakıyordu, babama: "hava çok sıcak ceketini çıkar artık"

Travis çalıyor, güneş batarken biraz daha eyüpe dönmeye başladı, br sonbahar da göreceğim diye çok mutluyum.

Saturday, August 11, 2007

Emptiness is loneliness


J&B kış içkim. Neredeyse genelinde başka birşey içmem. Hem pahalı olduğundan hem de kendisini ara sıra ziyaret eden bir lord gibi karşıladığımdan J&D esasında bir numaram.


Ama uzun zamandır yazın Gin & Tonic mi, Vodka & Tonic mi yoksa Vodka & Soda mı diye gidip gelirken tehlikeli şekilde Vodka Sek'in hayatımda yer ettiğini hissediyorum.



Hayatımda sek olarak içtiğim en güzel vodka ve burada ve hatta çoğu Avrupa ülkesinde bulunmayan içinde Bizonların otladığı ottan olan Bison Grass Vodka - Zubrowka! Kraliçelerin kralı!


Hala Chardonney ile Sevinyon arasındaki farkı bilmiyorum bilmek de istemiyorum.



Bardak: Kaş 07, De Ja Vu Bar

Monday, August 06, 2007

i never sleep

They come and attack. At nights. Slowly, crawling, don't know from where, maybe from the ajar window, maybe during the day dropped by the green birds with the red heads onto my balcony. They hide and wait and seek in darkness the path to my sheets, climb up and attack, attack my dreams...They think I am asleep...but I never sleep. So, these foolish little midgets filled with past, as they climb up, I wait in the darkness to haunt..bit by bit i eat them, they scream in silence, I laugh in darkness.


Wednesday, August 01, 2007

Belma

Yerde sağ tarafta, dünyanınensakin kızının adı Belma. Dalma evveli suyun dibinde bizi neyin beklediğini hangi kayayı dönünce hangi amforayı, kaç metre ilerledikten sonra gemi batığına yaklaşacağımızı, ne tarafa gidesek akıntının hızlanacağını, büyük balıkların köşelerini, küçük balıkların heryerdeliğini, yerde, müthiş sakinliği ile (sanki bi kaç metre aşağısı işte benim edası) anlatıyor.

Suyun altındaki değil de üstündeki hayat esas böyle anlatılabilse ve olsa! Şu telefonu açarsan seni şöyle bi akıntı bekler, oraya gidersen böyle büyük bir balık sana saldırır, o emaili atarsan yedi email daha birden gelir, ona kızarsan onu kaybedersin, onlara uğrarsan çok içersin ve sabaha kalkamazsın, o toplantıya gidersen proje senindir ama diğerine hiç kendini yorma boşuna, o sokağa saparsan harika bir cafe göreceksin harika bir kadına da orada aşık olacaksın, cep telefonunu kaybedersen hayatında hiçbirşey değişmeyecek, bugün kask takmazsan ölmeyeceksin, ama yarın Boğaz’a girersen hastalanacaksın...

Suyun altı güzel ve sakin ve çekici, suyun üstü ne bok olduğu belli değil.

Ha bu arada, bu dalışta ilk defa bir Caretta ve Orfoz ile yüzdüm, Belma onlardan bahsetmemişti ama :)

Hold me up so high to touch the sky...

1000 metre tepeye çıkıyoruz, Veli’nin cipi ,
önde hocalar, Veli çekiyor cipi kenera “abii yaz rüzgar bu belli olmaz, kısa sürmesin” doğal sakinleştiriciyi veriyor. CD player’da ibrahim tatlıses hayvan gibi inliyor. Uçurumunkenarıdibi, önden ben gidiyorum, kask yelek tamam arkamda hoca, herşey o ana kadar tatlı, önümde iki ayrı hoca, tamam mısın?, koşacaksın , durmadan,havada bile koşacaksın kalkana kadar diyor. Kafamı kaldırıyorum aşağı bakıyorum, bağ kesiliyor, dizler birbirine çarpıyor, yere düşer gibi oluyorum, hoca iyi misin, diğer hoca kalbime bastırıyor, sayıyor, vazgeçecek misin? Ömer: hadiii orhannnnnnnnnnn ben de geliyorum.

Derin nefes, bir rüya 20 senedir, gerçekleşmek üzere , tamam sal amına koyim geliyorum.


Koşuyorum, deli gibi, 3 saniye sonra, rüzgar mükemmel denk gelmiş, havadayım. Önce bi 10 metre, altimda kayalar, sonra 50 derken, termik içine giriyoruz, 100 metre atıyor, 1200 metre civarındayız. Hep aşağı bakıyorum, ileri bakamıyorum. Ömer nokta olmuş, araba nokta olmuş. Reha Hoca (27) arkamda, sakin miyiz diyor ben bu ses normal mi bu rüzgar normal mi bu sallantı nomal mi bu dönüş normal mi. Bi anda açılıyoruz, öne bakıyorum, bu ne yaaa , bu ne yaaaaa? Bu ne !

Bacaklarıma bakıyorum, Meis’e bakıyorum. Rüzgarla ilk defa tanışıyorum. 1250 metre.

Masmavi, bir rüya gerçek oluyor.

İçim çekiliyor, hayata dair aklımda sıfır. 40 dakika. Uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum.

Saturday, July 21, 2007

Fuck You!


gecenin yarısı, karanlık kartçınar, karşımda, detayları görmezken bile korkutucu, hipnoz yapsalar, in search of my mellon collie and infinite sadness diye...hayır hayır gitmek istemiyorum, o merdivenleri çıkmak istemiyorum, o demir kapıdan girmek istemiyorum, ne olur çıkarın beni buradan....

1800lerden kalma kont dracula gece lambasini hic farketmemistim.

ah!


sabah terliklerle kostum, bi oda, yerde upuzun kleenexler, ne bu, doktor gelecek, nasil yatip kalkmam gerektigini gosterecek, ameliyat? yapilamiyormus, neden ? osteperoz zartz urt testi yapildi, bak, fraction risk: high, ne bu , kemikler berbat durumda, doktor geldi, yanyana hareketi gosterdi, yapamadi, cani acidi, duvara yumruk, canim acidi, ciktik, caresizlikle nisantasinin sessiz ve sicak sokaklari, bir hayat boyle surmemeli, en azindan onun icin, nasil bir ümit, 21 gun oncesinden alinmis randevunun, altin parmaktan alimis randevunun, sanki hic alinmamis gibi devam etmesi, gozlerimizden biliyorduk sonrasinda, konusamadik, konusmadik, çok canım sıkkın be göt hayat. Koşmak istiyorum, omurgam kopana kadar, çıkarıp ona takmak için.

06.04.2007 19:50
Küfürlü kahkahalar atan öpüştüğümde saçları benimkilerle karman çorman olacak kadar uzun sarhoş bir sevgilim olsa ağrı %40 azalmaz mı ? Bazen kötü diye nitelendirdiğimiz durumlar hayrımıza olabiliyor - The Keyless Man

Monday, July 16, 2007

Dislocated


i dont know where and it could be anywhere
it could be my right or it could be my head
what if my soul...But it hurts, my stomakkk hurts, so it should be inside not up high. Oh the rain starts to rain all night and click clack and tik tak time plays a game with me...

i never sleep
i never sleep

even in the depths of the deepest sleep, i stay awake to look into.

how long can i stay asleep
how long can i stay awake
and for how much longer can i howl into this wind
how long can i be drifted

so I sleep. and next to me, it could be nobody, or could be just me.

Thursday, July 12, 2007

all the undone


dadadaandandan da danda dan dan dandan aynen böyle açmışlardı ve ilk konserim olduğu için biletin üzerinde de fotoğraf makinası yasak işareti olduğundan, tüm ön sahne hayvan gibi flashları patlatırken, gözü yaşlı seyredekaldım. i got hands in my brain. ne yazacağım işte bilmiyorum açıp buraya bakakalıp yazmak isteyip yazamıyorum düşüncelerim kum gibi avcumun içinden kayar gibi kayıyorlar ve tutamıyorum ve tutamayınca herşey çok anlamsız dökülüyor bu satırlara, biletsiz yola çıkmak gibi, ne biliyorsam ne içiyorsam midemi bulandırıyor bu ara...neyse apayrı iki konudan bahsedeceğim şimdi, biri aşağılık kadınlar ve diğeri aşağılık erkekler...

Sadece ve sadece bir gece içine alacağı erkeği mutlu etmek için ya da sadece içine alabilmek için ya da sadece yatabilmek yatma ihtiyacını karşılayabilek için, tüm vücudun dengesini bozup sitemi tersine çevirip adet geciktirici ilaç alan kadınlar. Adet geciktirici iğneler. Bu nasıl bir kadınlık duygusudur? Bu nasıl bir açlıktır. Bir geceyi ayarlamak için tüm dengeyi bozmak, bir gece içinde hissetmek için tüm metabolzmayı şaşırtmak? Dine inansam ne büyük günah yazardım..ah bu yakında adresini değiştirip full özelime çekeceğim sitemde ne ağır yazardım...nasıl bir kadınlık içinde fahişelik duygusu nasıl? yapma, 5 gün sonra yap, 3 gün sonra yap, nasıl iştah nasıl greed...O hapı yutarkenhatta belki susuz yeter ki yutim geciksin nasıl bi şehvet duygusu.

aşağılık erkeklere geline....onlarca konsere gittim, onlarca. hiçbirinde vay be ne hatun diyip ve o hatuna hava atmak için vajinasını ensemde hissetmek için omuzuma kaldırmadım. Ben konserlerde hatun görmedim be.

- Aa istersen gel omzuma çık, daha yukarıdan seyredersin?
- Aaa müthiişsin
- (Tamamdır sikerim ben bu karı bu gece)

Konsere gelmişsin be zavallı? Bi ensende sıcaklık uğruna zıplatıp durup nasıl harika bakışları ile geceyi planlamak yere indirmek içki almak son hadi gel ya valla yorulmadım boşver deyip götüne kadar ıslanmak...

1- Sen müzik falan dinlemiyorsun
2- O kadın zaten tepede kendini massiah hissedip göz kırpanlara meme sallayıp konser bittiğinde sana değil gözüne kestirdiğinde verecek

Monday, July 09, 2007

the inevitable storm


çok büyük bir batarist olmak istedim,sonra, çok büyük bir gitarist olmak istedim, bass gitarist, sonra dayım ben Leonerd Cohen viski içmek istedim, gitmek istedim, kalmak istedim, hep iyi olmak istedim, hep geri gitmek istedim, pişmanlık olmadan geri gitmek istedim, paraşütle atlamak istedim, camdan atlamak istedim, donarak koşmak istedim, saçımı boyatmak istedim, Arjantin'i istedim, onu istedim bunu istedim, hep istedim, hep ne istediğimi bilip isteyemedim, hep seçeneklerden A'yi karalamak istedim, D ve C ve B arasında gidip geldim. Herşey sahte esasında yazdığım yaptığım herşey sahte yalan dolan devil evil...gerçek olan ananemi deliler gibi kokusunu salonun ortasinda sacma sapan dans edisini, ananemi, ananemi ananemiananemiananemiananemiananemiananemiananemiananemi çoook özledim. Daha 2 ay evvel deli gibi sariliyordum ağzına sıçım!

Saturday, July 07, 2007

Sandal hikayeleri

caddebostandan açılır, herhalde 1 km kürek çeker, babamla yaz sıcaklarının altında denize atlanırdı, ne olur baba elimi tut atlarken, pırıl ve şahaser denize. Köfteci salları vardı, hadi baba bizi köfteciye götür diye denizin ortasında ızgara köfte koklarına doğru kürek çekerdik. Abim ile sarmaş dolaş şu gülmeler, götümde bang yazan kırmızı donum, bodrum kolyem, saçlarımızın bu kadar farklı olup beni hep kumkum çocuk sarayında kız reyonuna götürmek istemeleri çalışanların, anneme yapılan espriler...happily ever after....Sandallarda seviştim, sandallarda uyudum, sandallarda içtim, sandallarda açıldım, geri döndüm, dönemedim.


Tuesday, July 03, 2007

9K


tüm bunalım, tüm dip tüm sarhoş tüm yorgun aylar kilolar sonrası, dün, mezun olmuş harçlık almış gibi yeni pabuçlar ile, Moris omuz, 9K, Bebek-Ortaköy-Bebek. Hedef: 2 yarı maraton Aralık'a kadar.

Sunday, July 01, 2007

In love, in fear, in hate, in tears


Paçasından yakalamışım, ellerimiz kenetlenmiş, gözümün içine bakıyor, ben bakamıyorum, inanılmaz sarhoşum, kalbim atıyor, tüm çaresizlik ve çoşku gecelerinde hoperlörden kulağıma bağırmış ağlatmış gebertmiş yüceltmişe yaka paça tutunmuşum, ona tutunmamışım, kendime, o hayattan bi habersiz serseri günlerime tutunmuşum, pantolonundan elinden... gündüzden kalma gözlük fırlıyor, paramparça, telefon fırlıyor, tutuyorum, basıyorum, bi daha, bi daha, bitmesin gitmesin gitmeyim, binlerce kişi tek ses sit down....bitiyor.

I’ll sing myself to sleep
A song from the darkest hour
Secrets I can’t keep
Inside of the day
Swing from high to deep
Extremes of sweet and sour
Hope that God exists
I hope I pray

Drawn by the undertow
My life is out of control
I believe this wave will bear my weight
So let it flow

Oh sit down
Oh sit down
Oh sit down
Sit down next to me
Sit down, sit down, sit down, sit down, down
In sympathy

Now I’m relieved to hear
That you’ve been to some far out places
It’s hard to carry on
When you feel all alone
Now I’ve swung back down again
It’s worse than it was before
If I hadn’t seen such riches
I could live with being poor

Oh sit down
Oh sit down
Oh sit down
Sit down next to me
Sit down, sit down, sit down, sit down, down
In sympathy

Those who feel the breath of sadness
Sit down next to me
Those who find they’re touched by madness
Sit down next to me
Those who find themselves ridiculous
Sit down next to me

In love, in fear, in hate, in tears
In love, in fear, in hate, in tears
In love, in fear, in hate

Down
Down

Saturday, June 30, 2007

Gravity


Cure, Smashing Pumpkings ve Placebo'dan sonra 5. olmadan 4.
geceleri gündüzleri göz yaşlarına boğmuş
en yukarılara çıkmarmış James'i görmeye gitmeden yola çıkmadan evvel
Billy Corgen ile beraber the ring will be closed this autumn.

This race to space
Well learn to release ourselves from the weights of gravity
Our highs are higher than our lows
This worlds a state of mind
I can hear your thoughts much too clearly
From slime to ape, well learn to fly

Low Low Low - James

Friday, June 29, 2007

Leuba Louis


sabah işe gelirken çekmecemden hiç ama hiç takmadığım; saat takmayı sevmediğim, dedemi her saniyesaat düşünmeye tekrar başladığım ve belki de geriye kalan bu en müthiş ve tek mirasını kaybetmekten korktuğum için takmadığım saatini

bu sabah taktım.

Eski saatlerden olduğu için durmuştu. Ayın 20'sini gösteriyordu tarih. Hızla ileri aldım 29'u yaptım. Sonra çalışması için kurmak geriyor, bi ileri bir geri bi ileri bir geri. Çalışmaya başlayınca da gün içersinde bir iki kere daha kurmak gerekiyor.

Benim gibi akıllı insanlar hatta cin akıllı insanlar ve bardağın kalan son damlasından ilk damlası gibi zevk almayı becerebilenler hayat boyu geçen zaman içinde ne zamanı durdurabilecekler ne de ileri alabilecekler aynı tempoyu yakalayabilmek için. Jantı eğrilmiş like a small bike they will astray from left to right towards back and front; holding the wheel in agony and dispair and they will loose control immediately rather eventually, they will end up in dark alleys and valleys hitting the corners of loneliness, bruising hearts with fears and pityness. In fears and tears, they will wake up next morning and look at the clock and start where they have been left or taken to...

Thursday, June 28, 2007

B-side of my life

not my name not my eyes not my job not my fear not my legs not my kitchen not my skin not my email adress not my vespa not my family not my dog not my city not my diet coke not my early awakening not my shivering not my team not my food not my fuck not my agony not my music not my balcony not my star not my moon not my you not my me not my us not my them...it is the B-side of my life, it's the duality of me versus me.

Wednesday, June 20, 2007

Side by side



geçen sene Bodrum, bu saatler bu mevsiler hepimiz bir arada, ananem maviye kara gözlükleri ile, ben yutkunamamalara, babam oltaya, annem anasına bakarken, o iki yastık sanki orada sanki bugünü anlatırcasına bomboş, yapayalnız.

Nasıl hala içim acırken bu kadar hayat ve rutinini siktiredip bir durup bir nefeste bir seste kendim olamıyorum, ya da oluyorum da nasıl anına kaybolup gidiyor.

two pale figures
ache in silence
timeless
in the quiet ground
side by side
in age and sadness

i watched
and acted wordlessly
as piece by piece
you performed your story
moving through an unknown past
dancing at the funeral party

memories of childrens' dreams
lie lifeless
fading
lifeless
hand in hand with fear and shadows
crying at the funeral party

i heard a song
and turned away
as piece by piece
you performed your story
noiselessly across the floor
dancing at the funeral party

Saturday, June 16, 2007

Boulevard of Broken Hearts


mükemmel. Full inmedim Vespa'dan, rüzgarlığı çıkardım, önce sanki arabanın freni patlamış gibi korktum, sonra nereden çıktı bu rüzgar dedim, kaskın arasından kulaklarımın kenarından boynuma oradan tshirtün içinde...bastım Cihangir-Zincirlikuyu-Bebek-Beşikaş. Güneş batıyor. Birazdan gene çıkacağım. Belki artık fotoğraf çekmeye tekrar başlamam lazım. Şu lazımların üzerine ilk defa gitmeye başlayıp klozetin yırtılmış eskimiş kapağını sonunda değiştirdim be. Ne yazacağımı bilmeden buraya yazmak oldukça hoşuma gitmeye başladı. Saçımı kestirdim, kestirdikten sonra baş masajı yaptırdım. Uykum geldi.

Dün en son sahne: Koltuktayım, elim donumun kenarından girmiş kalçama dokunuyor, kapı açıldı, gözüm açıldı, abim girdi koluma girdi yatağa taşıdı. Ne zaman taşındım en son.

I'have been waiting for this moment all my life but it is not quit right.

I have been waiting for the silence all night and its quite near.

Kilo aldım. Değnekler yüzünden stress yüzünden aksayan hayat yüzünden.

Koşmayı ve koşarken de herzamanki gibi boğaz boyunca şehre bakmayı ve her ama her senemi düşünmeyi çok özledim. Birinci kilometrede ne olduğumu şaşırırım ve dizler patalayacak gibi olur sonra 2-3 telkin ve hadi ile geçer; 5-6-7 de alışırsın çakılır gidersin, 8-9-10 da eğer giydiğim pamuklu çok pamuklu değilse göğüs uçlarım akan terin tuzundan yanmaya başlar. Acır kızarır.

The charlatas'ın konserinde ilk defa surfing yaşamıştım. Chicago'da onlarca elin üzerinde tüm sahnenin üzerinde flat bir şekilde sarhoş ve zurna uçup durmuştum , ve şansa ahali uzun süre bırakmamıştı. Ertesi hafta gene Chicago'da Kurt Cobain'in intahar ettiğini duyup ağlamaya başlamıştım. Sonra Ali'yle her Kurt Cobain çalışında Ny'da, Bodrum'da Chicago'da, İstanbul'da sigara yakmaya söz vermemiz ve her seferinde yakmamız. Oh ! Tell me where did you sleep last night. Şu anda da The Charlatans'ın Loving you is easy şarkısı çalarken hayatımda bu kadar boktan bir şarkı diyip sonunda o son saniyesindeki gitarlarda nasıl dağıldığımı tekrar anlayabilmek için stop'a basmıyorum.

Hep telkin hep incir ağacı hep dönen yer küre, hep hissetmek, hem zorlamak hep ağlamak hep olgunum diyip şu dertleri şu korkuları şu abuk subuk hayatımı düzene çıkarmaya çalışırken kaybetmek ananeyi sonra anneye sarılmak korkmak, deli gibi korkmak, sabah erken kalkıp gene ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu anlayıp gene telkin ve endişeitmetaktiklerini başarı ile geçip işte o an geliyor ya , o an böyle dank diye gene bencil gene şeytan gene bencil ve daha 1 ay evvel daha 1 hafta evvel korkunun dibinde altıma işerken...herşey nasıl bu kadar çabuk kayboluyor ?

Çok yalnız kaldığım çok yağmur yağan soğuk bir Indiana gecesinin ufak bir köyünün ufak bir ara sokak barında Jack Daniels ile ilk tanışmamda ve tüketmemde, karşımda bir anda onu görmüş yakaları dik ve yağmurda yürürken, konuşmaya başladım onunla, taa ki bir zenci saygılar abi gelip o posterle ne konuşuyorsun diye yanıma oturduğunda. Hep aradım işte bu posteri bu şehirde bulamadım. Amazondan da hayatımda hiç sipariş vermedim ki ben. Kaldı öyle akılda.

Sunday, June 10, 2007

Baaaaammm

boktan bir jazz çalıyor, kiraz yiyorum, erik yanında ama çok yumuşak, ayaklarım çıplak, hafif üşüdüm, yarına bir iki eft yaptım, o efteleri defterimden sildim, haziran sıcağı dışarda, sabah erken kalkacam , yatarken diş fırçalayacağım, telefon çaldı Batu aradı, Nadal puanı aldı, kapı çaldı, milkshake geldi, çilekli, midem şişti, çişe gittim, karnım acıktı, kahve yaptım, sırtım kaşındı...sonra/şimdi/aniden/sonrageneyeniden

gelen soru işareti, nasıl olur? nezihem, Nezoş yok artık? 6 hafta evvel kucağındaydım, 4 hafta evvel öpüyordum, şimdi yok, sesi beynimde her yerde...

baaam. Yere vuruyorum. Kalkıyorum. Bamm yere vuruyorum, kalkıyoyorum. Bam , yere vuruyorum kalkıyorum.

İşte böyle bir hal aldı 14. gününde.

My


head spinnig, ear bumping, soul fears the time now. Do I see blurred? Do I see red ? Do I see like a stray dog? What color is my eye? Do you see nothing but brown?
Or do you see the twisty branches of a Lilac tree...leading to the depths of my fears? Call the doctor now, shit it’s Sunday, then play the surrender, Sky-white sheets, an autumn breeze, a fatigue soul: wakes up to a misty road.

10/6/7

Saturday, June 09, 2007

Why the fuck r u looking at me!


o kadar güzel bir hava var ki dışarıda ve ben bilgisayar uygulamaları yüzünden o kadar içerde ki, öyle camdan içeri girmiş cama dönmüş kara sinek gibi yapışmış kalmış durumdayım.

Ofisimin tam karşısında bir park var ve parkın içinde pankartların birinde ur-etiyoruz yazıyor, kalabalığı gördüm indim nefes almaya, baktım park şenliği ama gözle tutulur elle yenir birşey yok geri döndüm ve dönerken de karar verdim:

Haftaya pazara kadar bi avlu bi köşe bi meydan bi park seçeceğim kendime. Siyah ve en kötü polyetilenin kullanıldığı o zehir simsiyah leke yapan torbalardan bi tanesinin içinde 8-10 bira 4-5 avuç kuruyemiş ile oturacağım. Evet yere oturcağım.
Eskiden farketmezdi bira olsun yeterdi, şimdi az soğuk olanları geri göndermece diyarından çıkıp karılık yapmadan, öyle mal gibi, öyle hayvan gibi, öyle çiş gibi olsa dahi, öyle zurna olsam dahi, it gibi köpek gibi içeceğim. Kalkıp bi duvarın arkasına bi ağacın dibine işeyeceğim, sonra bi daha işeyeceğim, sonra belki tinerci belki yaşlı belki serseri belki dertli birini davet edeceğim yere, neeeeyse ne diye konuşacağım, hatta belki de kalkıp bira alıp geri geleceğim. Belki de üstümdeki tshirtü çıkarıp ona vereceğim hatta belki de beraber kavga çıkaracağım. Ya da ne bakıyorsun be kardeşim, Yani yetti gayri, uzaksa sonbahar al sana trompet al sana bi tabure, yeter işte. Serbest falan da bırakmaya çalışmıyorum sıkışmış ruhumu, ya da anane kaybetmesi sonrası dalgalar falan da basmış değil odayı, ya da küllükler tepe tepe dolu, öteki tarafa ulaşmaya da çalışmıyor bu beden, yahu her bi bokun altında bi taş aramaya da gerek yok...

Sanıyorum... a big..a very big...a very big FUCK YOU ...to you!

I will be chasing a starlight


Until the end of my life
I don't know if it's worth it anymore...(m.)

tırnaklarım uzadı, sabah keserim, kesemedim, çünkü güneş gözlüğüm evde değildi, çünkü banyoda hiçbir zaman kesmedim, hep balkonda keserim ve gece kesemem.
annem uğursuzluk getirir dediğinden, balkon da sabahları full güneş aldığı için güneş gözlüksüz göremiyorum, parmaklarımı keserim diye korkuyorum.

Dün akşam yakup sonrası anne ile, sabah Arnavutköy güneşinde babamın doğduğu semtte kahvaltı ettik. Sonra unutulmuş telefon geldi, annem gitti, işe geldim, planlı yazmaların arkasından biraz düşmeye ihtiyacım var diye yazıyorum işte.

Gene son zamanlarda deli gibi kolonya boşalttığımdan ellere, derim soyulmaya başlamış, durmalıyım.

Smashing Pumpkins, üç büyüklerden biri, The Cure'u 2 defa, Placebo'yu 3 defa gördükten sonra halka tamamlanacak. 1979, saçlarım omuza düşer bahçede yanımda cag'den basıp durduğum bira, ayak çıplak üst çıplak, patenler yanımda, saatlerce içerdim, zurna olana kadar, patenleri takar, okulun en yüksek otoparkına asansörle çıkar, booooooomm aşağı son sürat kayardım, bi daha , bi daha, bi daha...

korkmazdım, deliydim, hala deliyim, ama korku belirsiz gidip gelmeler içinde


C'est le malaise du moment
L'épidémie qui s'étend
La fête est finie on descend
Les pensées qui glacent la raison
Paupières baissées, visage gris
Surgissent les fantômes de notre lit
On ouvre le loquet de la grille
Du taudis qu'on appelle maison

Protect me from what I want (p.)

Tuesday, June 05, 2007

5. gün

ve gün bitti. Hava karardı. Ekimden kalma. Telefon çalmıştı, kız ne iş yaptığını anlatıyordu, abim kaybettik dedi, ağlamaya başladım, kız çıktı eve gitti, ben anneme. Şimdi kaldığımız yerden devam edeceğiz, kapı çalacak tekrar mülakat için, kapı çaldığında ananem vardı, oturana kadar da vardı, kız konuşana kadar da hayattaydı, ama şimdi aynı sekanslar tekrarlanırken ananem yok, nasıl tutacağım kendimi? nasıl duracağım kızı görür görmez kapıda, o bıçak saplanmasını, onun karşısında yaşadağım. O da herhalde oldukça mahçup bir tebessüm ile başınız sağolsun çekecek. Ve sonra kariyer ve para ve iş ve trafik konuşacağız...bütün gün başarıyla yaptığım gibi ben olmamayı başarmaya çalışacağım, sonra gidecek, sonra duraksayacağım. Ve sonra bu blogda başlangıcından bugüne doğru oldukça personal olmaya başlayan ve kimsenin de okumasını istemediğim belki adını sanını değiştireceğim blogda bu yazılar azalacak hayat devam edecek, ederken de ben gene dehlizlerden dehlizlere geçip yaşamaya devam edeceğim.

Monday, June 04, 2007

.


travis, the cure, placebo meğer aşklarıma melan kolime ya da delirmelerime söylemiyorlarmış sadece, nasıl bunca şarkı sana da sesleniyormuş... an geliyor normalim, su içiyorum, yemek yiyorum, sonra bi anda sen geliyorsun ve ölüyorum ve kitleniyorum ve titriyorum ve parçalanıyorum ve yok oluyorum ve karanlık basıyor. sensizim, açım susuzum, gelmek istiyorum gelemiyorum, halbuki oturup tozunu toprağını yutup bayılana kadar, delirene kadar, sapıtana kadar, sağımı solumu kırana kadar, bebeklerim kuruyana kadar ağlamak istiyorum, I'll be wallowing in pity, ve kafan ve saçların ve kahkahan ve sesin, ve tenin ve kokun ve kokun ve kokun ve resmin ve dedem ve sen ve bayramoğlu ve bostancı ve balık ve sen ve ve sen ve sen ve sen ve sen, ne yapacağım, When I dream I dream of your kiss, bu akşam uyuyacağım , yarın uyanacağım ve gene yoksun , ve inanmamak yok, inanmak şart ama gücüm yok hala büyümedim hala kucağına kapanmak ve ağlamak ve sevmek ve tanrım ve sana ve sensizige ve hicbirseye....
Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head
As the bruises turn to yellow
The swelling goes down - P.t.c. placebo

Saturday, June 02, 2007

Apart


korkuyorum...dün, bugün, yarın, başladı. Ne kadar sürer bilmiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Çok yalnız ve uyumak ve uyanmak ve tekrar uyumak. Kokusu, sesi, duruşu, sevgisi , sevgim. 31 Mayıs,kıpkırmızı dolunay, o giderken doğuşu, dedem? dedem! dedem! We used to be so close together! Son kez bilerek mi sarılmak isterdim, şimdi bir kere daha sarılmak için herşeyimi vermek mi isterdim...Nasıl birşey bu ? Nasıl yetmiyor herşey. Anılarımın kuvveti altında bin kat daha eziliyorum. I thought it would last forever. O balkonda, dedem ve sen, ve mavi şemsiye, ve bi tabak kiraz, iki kahkaha, üç öpücük.

Nezihem.

How did we get this far apart?

Sunday, May 20, 2007

Test 1


kim bu ?

A) Hannibal Tekirdağ'da

B) Van Gough'nun torunu Güney Fransa'da

C) Arazi aldık da kurban kesiyoz

D) Yanda biri kusuyor, şu elimdekini bi tut, ağzını sileceğim

Sardunyalar


Her bahar sardunya krizimi hiç anlamamış olmakla beraber, 2 hafta evvel yenilediğim saksılarımı her sabah sever ve sularken, şimdi sadece bacak arası seyredebiliyorum .

Halısahalarda aldığım darbe sonrası sağ bacağım iç kanamanın en büyüğüyle beraber hastaneye kalkmış, 1 hafta boyunca buz-sargi-merhem uclusu ile sekerek yürümüş, saglik olsun dememiş, "uzun bi süreç dahi olsa, bu hayatta herşey geçer"i hatırlamamış, söylene söylene Vespa'ma binmiş, tam bir hafta sonraki başka bir kazada, bu sefer Vespa, sol ayağımın baş parmağını kırmış ve değneklere terfi etmis durumda, işte bu sardunyalara şiş bacaklarimın, ayaklarımın arasından bakiyorum.

Sardunyalari dikerkenki heyecan ile bugünkü anlamsızlıkları arasında öyle büyük bir derinlik var ki, taş atsam ne ses duyarim ne birşey...

Not1: Dün değneklerle maça gidip kepazeliği yaşamak ne demek?
Not2: Back on Vespa , saniyorum Çarşamba :)
Not3: Koşamıyorum, kilo alıyorum :(
Not4: Vespa tehlikesiz, sadece hava 40 derece de olsa adam gibi ayakkabı giyeceksin

Thursday, May 10, 2007

Charcuterie

Monday, May 07, 2007

End of a day

Tuesday, April 24, 2007

Moon Mountain

Monday, April 23, 2007

C'est moi!

jungles of china, but still many stupid americans just behind me, jetlag but your captain doesnt stop, now its raining, i feel like macellan in ikibins, my first backpacking at 35.5, have only two underwrs, yemin billah no shitting since 18 hours i left the very nice hotel. dont even have shampoo, no place to buy, will report later if i can..need a gin only gin' no tonic so bad, but hey! this is your captain speaking...my quest for alkol will not stop tonight. Bye.

Rafting

Daha manavgati falan gormeden, Li River'da rafting. Pek heyecanli olmasa da doga hayatimda gordugum en mucize dedirtecekten..sanki dunya burada olusmaya baslamis.

Yangshou

2. Uzakdogu ve 2 gun erken gelis. Cin'in en muthis dogasi dedikleri yerdeyim. Hatta su an en geek sekilde nehirden ciktim otele geldim bloga post.

Friday, April 13, 2007

Dedem gibi akşamcı oldum işte

geçen gün ve acaip hoşum gitti. Bi büyük Tekirdağ 70lik aldım. Biraz haydari biraz dolma biraz rus biraz italyan biraz doygun biraz buz biraz su biraz keyif biraz üzüntü biraz sarhoş biraz yalpalanma. Evde evet gerçekten ilk defa evde otururken (parti değil) kendime rakı koydum...ve sanıyorum piçlikten süzülmüş kadir-esque garip şeyler hissettim...abi, dayi, orraan abi..vur dibine....

dolapta daha bi 35lik kaldi :)

Tuesday, April 10, 2007

?

geceleri yattığımda uyutmayacak tek bir hatıranın/yaşananın olmaması nasıl olurdu diye düşündüğüm çok oluyor, ya da yıllardır denediğim her seferinde başarısız tostladığım: sıfırlama...yüksek konsantrasyonu sağlayıp...hiçbirşey düşünmemeye ulaşmak...hiç başaramadım...kapat gözlerini, yoğunlaş, en başta onlarca düşünce, hepsini it, it, it ,it...bazen 1 ila 3 arasına inebildiğim oluyor. 1e inebildiğimi düşündüğüm zamanlarda oluyor ama işte düşündüğün an zaten 2ye çıkıyor...

aklımdan hiçbirşeyin geçmemesi? sıfırlamak...çok imkansız.

hoş olmalı, korkutmalı...

anadan doğma bir erkek çimlerin ortasında uyanır, gökyüzüne bakar masmavi, ellerini oynatır, çimin üzerinde olduğunu anlar, kafayı kaldırır, 3 km uzaktaki şehri görür, aklında hiçbirşey yoktur, neden çıplak, neden orada, ayağa kalkar, dibinde bi köpek deli gibi kuyruk sallıyor, yanyana şehre doğru, neyin ne olduğunu, neden herşeyin kaybolduğunu anlamak için yürürler...köpek her 2 adımda bir zıplar.

böyle bir senaryom vardı benim...devam ettiremedim...yoksa şimdi çoktan çekmiştim.

Thursday, April 05, 2007

He is on the move!

hayata bağlı kalabilmek için her gün 2000 metre, haftada 10bin metre, ayda 40bin metre, yilda 480bin metre...Hayata bağlı kalabilmek için, yürüyebilmek için, nefes alabilmek için...Haydi dostum ! ruhuna ve kollarına kuvvet, az kaldı...

Dear God, give us strength to accept with serenity the things that cannot be changed. Give us courage to change the things that can and should be changed. And give us wisdom to distinguish one from the other.

-- Admiral Thomas C. Hart

Friday, March 23, 2007

2019


yanan variller, demirlerin üstünde danslar, leopar gömleklerim, hurda arabalar, litrelerce içki, sabah güneş ağırırken çevremde gergedana benzeyen bi grup, alkol komaları, votka vişneler, önce taksim 20 sonra 2019...Çekmecede buldum bu biletleri. Girişte parayı öder, bi içki kazanırdın. Şimdi buraya post ediyorum diye sevinirken, bi yandan 2 bardak daha içebilirmişim :(

Ruh hastası

çok oldu bunlardan hayatımda

Yukarda resmi yapışık

Thursday, March 15, 2007

8 mm

çekmecede buldum Almanya'dan gelen bir zarf içinde, herhalde o zamanlar ülkemde yapılamıyordu. Caddebostan Alkım'a götürdüm, cd'ye bastılar. Belki de en heyecanlı anlarımdan biriydi içinde ne olduğunu bilmeden eve gelip seyretmeme kadar.

Sanıyorum 1 saat hiç durmadan ağladım.

23 Nisan, tahminim 5 yaşındayım. Abim 7. O zaman 1977 olmalı. Kadıköy meydanı seçebildiğim kadarıyla. Annem 28 yaşında. Babam 42. Kendimi 5 yaşında seyretmek. Hareketlerimi izlemek suratıma bakabilmek. Keşke bu 8 milimetrelerden metrelerce olsaydı. Belki de hayatımda sahip olduğum en değerli nesnelerden birtanesi. Çok acaip oluyorum her seyredişimde. Çok üzülüyorum.

Kaybedeceğim diye yıllardır korkuyorum oraya buraya kopya. Sevdim şu videolog olayını. Hele hele sonunda yıllardır hayalini kurduğum ve almak istediğim VW geçmez mi...
.

i think i've reached that point
where every word that you write
of every blood dark sea
and every soul black night
and every dream you dream me in
and every perfect free from sin
and burning eyes
and hearts on fire
are just the same old song
the cure - end

Friday, March 02, 2007

...

çok içtim çoook. Hain garson da dubleleri triple koyıp durdu buzlar yetmedi ben durmadım eve geldim diet kola açtı kapıyı laptop lapimde tam şeyimin üzerinde union of knives çalıyor tam da gitarlar girmişken...

Camden Delileri

öyle salmış dolaşırken bi anda önüme pop ettiler


Thursday, February 15, 2007

TK ?

Dün gece. Annemlerde, ananemin odasında çekmecesini karıştırırken bir kaset buldum 60’lık. Üzerinde Nezihe ve Muzaffer yazıyordu. Ne bu dedim, beraber okuduğumuz şarkılar dedi, alıyorum dedim, aldım, arabama bindim, kaset çalar var. Koymak istedim, koyamadım.

Hayatımda hiçbirşeyi dedimi özlediğim kadar özlemedim. Dedemdir bana tüneli-vapuru-karaköyü-kadiköyü-istiklali tanıtan. Dedemdir bana ilk beyefendi duruşu tanıştıran.

Ananeme uzun zamandır sormak istediğim bu resmin zamanını ve nedenini sordum...Ya 1968 ya da 1970. Dedem Veysel Sait Akbaşoğlu diye bir adamın firmasında güneydoğu sokaklarının ışıklandırılma projelerinde çalışıyormuş. Bu resim de muhtemel Urfa, Diyarbakır dönüşlerinden bir tanesini...

Kim çekmiş? Niye çekmiş?

“Geçen yılbaşında, çok zorda olsa yazahanenin camının gözüktüğü avluya kadar gidebildim. Hep bembeyaz saçlarının gözüktügü cama, tüm gerçekleri, olmuş olanları, o cehennem günü kabullenmeyip seni orada bulucagıma inanaraktan baktım. Sende orada olmalıydın ve neden olmadıgına bir türlü anlam veremiyordum. Bir iki güvercinin uğultusuyla kendime gelip geri döndüm. Tekrar, nereden bulduğumu anlayamadığım cesaret ile röntgen odasına girip röntgenci Satık ile sarılp hal hatır sorduk. Ne güzel çay demlerdi soguk günlerde sobanın üstünde. Çıkıp kendimi zar zor atıverdim Beyoglu’na. Yanımdan geçen, tramvaylara bakıp küfür edip durdum, niye bir sene evvel bitiremediler şu Allahın cezası şeyi diye...Seninle çamurların üstünden atlayacağımıza beraber binerdik tramvaylara...” Sessiz Viyana gecelerinden , 14 Haziran 1996

Sunday, February 11, 2007

The Keyless Man

"çok iç, çok seviş, çok sev, çok hüzünlen, bilen adamın yaşamış/yaşayan adamın gözleriyle uzun uzun odaklanıp, seyreyle herşeyi, hayatı, kendini....hombre...hombre" Haziran 2006

"Akıllı olmanın bide nesi kötü biliyor musun ? Hani filmin sonunu baştan tahmin edersin...bakıştığın kızın verip vermeyeceğini daha baştan hissedersin ya...işte bunun gibi kendi sonuna dair projeksiyonların da bu denli güçlü olur ve mütamadi tedirginlikten kurtulamazsın...ah bu beyin hem ödül hem ceza..." Ocak 2007

Monday, February 05, 2007

34 VR 421

1978.

Ethemefendi caddesi. Park edilmiş bu iki ağacın 300 metre ötesindeki Ethemefendi apartmanında oturuyorduk. Babam 43 yaşında. kollarımın arasında. Şimdi 71. Ben 6. Gelecek ay 35.

Herhalde senelerce müşterisi olduğumuz Binzet Eczanesi'nden ilaç almaya annem inmiş, bizi de karşıdan çekmiş. Ne enteresan ki, daha sonra, tahminim 8 sene sonra, Binzet Eczanesinin üstündeki daireye, Uzay apartmanına taşındık.

Babam bu resimde durduğu noktada neredeyse her akşam durur "birşey lazım mı" kornasını çalardı cama koşan anneme.

Beyaz 124! Doluşup gezmelere çıktığımız, arkada olmayan önde olan kelebek camından açı ayarlamalarımla suratıma rüzgarı çarptırmalar, yapma artık hasta olacaksınlar...Babam en ufak en ince yerini bile parlatırdı.

Şu hayatta tek istediğim 45lik plakları 33lük çalınca şarkı nasıl distort olur...Ona rağmen, o distortiona rağmen zamanı yavaşlatabilmek.









Friday, February 02, 2007

hedeyk

Şu ibne cuma trafiğine kalmayayım diye erken çıkıp koşturmak şu ibne cuma trafiği kadar bi yorar oldu beni. Berjerimde yerimi almış boynumun arkasında sabahtan beri yerini almış gidememiş, başıma doğru uzanmış ağrıyı a-ta-mı-yo-rum. Yazarsamgeçermiyi bi deniyorum. Yokken aklımda birşey en zoru zaten şu yazmak. Bak bak. Yukarda yerimi almış yerini almış aynı cümlede. Bu bloglar bu özgür kelimelerin pıtırcıklaştığı, bu yılın insanı sensin! olayı falan...ne oluyor ? herkes bu kadar artist miydi? bu kadar şair, bu kadar bunalım, bu kadar Poe, bu kadar Zoe miydi? Bir şarkı sözü, iki şiir, vur dibineler, resimler, eskiler, yeniler...ne oluyoruz...hayır sadece düşeyazıyorum, sadece bakayazıyorum çoraplarıma...En nefret olan olmuş. Çoraplarım lacivert, ama topuk ve parmak kısmı turuncu, ve o parmak kısmındaki o turuncu kısımda bir ter izi. Parmaklarım terlemiş! Ama ben terlemem! Terlerim de kokmam. Hatta pastırma denemelerim bile çok oldu. Deli gibi kasten yiyip koltuk altlarımı yalar gibi kokladığım...yok öyle birşey. Gömleğim de gün kokuyor. Gün işte. Sabahtan şuana kadar kokuyor. Email kokuyor, araba kokuyor, fax kokuyor, çay kokuyor, para kokuyor, kahve kokuyor, telefon kokuyor, toplantı kokuyor. Çıkarmak istiyorum, duş almak istiyorum, pelte olursam, gitmem gereken yemeğe gitmek için yola koyulmak üzere kaynar sudan çıktığımda gidemezsen pelte orhan. Buzdolabım eski, it gibi ses çıkarıyor aklına geldikçe. Abi kayışı değiştirmemiz lazım, motor su kaçırıyor? Ahh-yaak zagor tenay..geçti mi bu ağrı? Dur bi sallayayım...geçmemiş. Duşa giriyorum. Gene yıllardır aynı sekansta yaptığım hareketleri gene aynı sekansta tekrarlamak için. Resim falan yok işte.

Tuesday, January 30, 2007

Collection

of the memories in my closet

putting on at nights
putting off in the mornings

and sleepless in dreams


girlonawall @HK oct 06

Monday, January 22, 2007

Kaçan uykular diyarı

Dün akşam ve esasında her pazar akşamı nedense uykum kaçıyor, u-yu-ya-mı-yo-rum!

Uyku gelir ve uyurum, uyuyamayınca düşünürüm, sıcak basar, kalkarım, su içerim, tv açarım, camdan dışarı bakar, sarı sokak lambalarını takip ederim. 6 senedir Arnavutköy'e bakar dururum, babamı ben hayal ederim.

Dün de aynı senaryolar birbirini takip etti. Sonra kaçan uykuyları düşündüm. Acaba nereye kaçıyorlar, acaba nerede toplaşıyorlar. Toplaştıkları yerde rüyalı rüyasız diye gruplara ayrılıyorlar mı ? Neden kaçıyorlar? Amaçları beni mi rahatsız etmek, uyutmamak, yoksa kendileri mi istiyor, sıkılıyorlar mı bütün gece gelip girdikleri bedende...

Sızdım, sabah 6:30da uyandım. Gene uyudum gene uyandım gene uyudum gene uyandım, sonra gerisi aynı. Her sabah ev toplayıp kahve yapıp çıkıyorum.

Havaya bak! Bana bak! Sevimsiz,düz, sade ocak bitiyor. Kısa, hızlı Şubat geliyor...

Zaman hakkına tüm sorgularım devam ediyor...

Wednesday, January 10, 2007

Tattooed all I see...

Ooh, and all I taught her was everything

Ooh, I know she gave me all that she wore
And now my bitter hands chafe beneath the clouds
Of what was everything.
Oh, the pictures have all been washed in black, tattooed everything... P.J - Black
seconds before getting tattooed and the start....
10/1/07

Tuesday, January 02, 2007

Boşluğa denemeler

Confused & mind bruised
I run this morning
Sweating you out of my skin
Distance got grey
Under the tight clouds
My knees aching over
Heart-cuffed I lay
With a liquid analgesic
Dripping in my mouth
Drip by drip

2/1/7

B&W by Ian Scrivener

Monday, January 01, 2007

Love Will Tear Us Apart


Bu hafta sonu All the King’s Men’i seyrettim. Jude, Anthony, Kate ve Sean gibi kuvvetli bir kadroda bol metamorfoz dolu ağır ve hoşuma gitmeyen bir film. Yukarıdaki üçleme resimlerin hepsi ben. Soldan sağa sıralanıyorum zamanlama olarak. En soldaki tshirtümün üzerinde Joy Division’dan Love Will Tear Us Apart single’ının kapağı var. Karşısında oturduğum binanın içinden, sanat tarihi dersinden, bol yağmurlu bir havada zamanın içinde en ufak bir önemi kalmamış ve değersiz kız arkadaştan ayrılmış eve dönüyordum. Omuzlarıma düşen ıslanmış saçlarımın ağzıma burnuma girmesi, içimdeki şiddet ve kızgınlık beni berbere soktu. Kesin dedim kestiler, boyayın dedim (ortadaki resim) boyadılar. Ordan çıkıp 2. deliğimi de kulağa çaktırdım. Fotoğraflar çekildi ve bir şekilde bir mektup zarfının içinde Erenköy’e postalandı. Annem heyecanla mektubun geldi oğlum diye aradığında, mektubu telefonda açtığında, ağlamaya başladığında, babam fonda “biz amerikaya ibneee mi olmaya yolladık bunu” diye haykırdığında, abim italyadan devreye girip “bir saatlik boya o, geçici şampuan” diye kandırdığında, sonra dönüp bana bağırdığında.... o gece, bir hayli huzursuz uyudum. Sabah kalktım, aynaya baktım, dönmeme 3 hafta kala bu iş ne olacak deyip, saçlarımı kazıdım.

Filmde, Jude Law insanın başına kötü, beklenmedik, şok bir olay geldiğinde önce bocaladığını korktuğunu ne yapacağını bilemediğini ve işte o sırada saçmaladığını kendinden beklenmedikleri yaptığını ve olayı fazlasıyla irdelediğini ama daha sonra tüm detayları tüm çizgileri incelediğinden artık inceleyecek bir ayrıntı kalmadığını ve bütün resmi görebildiğini ve o noktada olayın şokundan çıktığını söylüyor. Belki de son resimde eşek gibi gülmem de benim tüm resmi görüp normale döndüğümün fotoğrafı. Olan bana değil güzel saçlarıma oldu... :) :(