Thursday, November 18, 2010


Kasım'ın sondan bir evvel cuması
Bayram'ın son günü
Babam ile msn'de iki üç kelime konuştuk.
Maria Callas çalıyor - o mio babbino caro
Kırmızı deftere yazdım bu sabah
Kırmızısı beyazı fümesi hepsi birbirine girdi zaten

koşmalıyım.

Tuesday, November 16, 2010

Escape

Ayaklarım üşüyor
Kalbim ufak ufak sesini belli ediyor.
Sevdiklerim... hepsinde binlerce yol uzağım.
tek istediğim bir araba bir radyo
Radyo da ne çalarsa çalsın
Yol uzak olsun
Uzak
Uzak yol
Hep, yolun kenarlarından çok, arkasına baktığım o uzak yollar
O gün batışları
O yorgun gözlerle hala bulmaya çalıştığım uzaklar
Kaç ay oldu koşmayalı?
Bir sandalye
Mutsuz bir sandalye
Saatler süren mutsuz karıncalanma
Karınca kararınca
Bir avlu bir sokak
Bir gölge

Bir ben var içimde
Aylardır sarhoş olmadı
Aylardır dans etmedi aylardır eli kolu havada haykırmadı
Ah o sonunun bittiğini bildiğimi anlar
Ah o çok mutlu hissettiğim ama hissettiğim anda son durak diye bağıran şöför gibi beynimin arkasından inen o mutlu anlar
Yerini sanki çuval çuval
üstüme yığılmış binlerce çuval kum çuval kum kum kum çuval gibi gelen kalan yorgunluk.

Kaç seneden beri yorgunum ?

hakikaten kaç seneden beri yorrgunum?

Buranın ilk yazısı ne ?

Gerçekten ne bilmiyorum ve ne kadar yorgundum bilmiyorum ama Londra'nın sokaklarından bir iki resim olduğunu biliyorum ilk düşümlerde ve o sokaklarda yürüyen benin ben olmadığını da çok iyi biliyorum.

Bir yazı okudum 14 sene evvelinden bu akşamüstü, ve hala aklım şaşırmış 14 sene sonra aynı ben ile aynı yazıyı okuduğum aklım şaşırmış duruyorum.

In the deepest ocean
The bottom of the sea
Your eyes
They turn me
Why should i stay here?
Why should i stay?
I'd be crazy not to follow
Follow where you lead

Your eyes
They turn me
Turn me on to phantoms
I follow to the edge of the earth
And fall off
Yeah, everybody leaves
If they get the chance
And this is my chance
I get eaten by the worms
And weird fishes
Picked over by the worms
And weird fishes
Weird fishes
Weird fishes

I hit the bottom
Hit the bottom and escape
I hit the bottom
Hit the bottom to escape
Escape

Saw you crashing round the bay
Never seen you act so shallow
Or look so brown
Remember all the things you'd say
How your promises rang hollow
As you threw me to the ground

And if you're ever around
In the backstreets or the alleys of this town
Be sure to come around
I'll be wallowing in pity
And wearing a frown
Like Pierrot the Clown

When I dream I dream of your lips
When I dream I dream of your kiss
When I dream I dream of your fists
Your fists... Your fists

Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head

p.


gençtim güzeldim yakışıklıydım serseriydim tek başımaydım çok başımaydım acı içindeydim keyif içindeydim gençtim ama kafam bin dünya bir orada bir burada bir zaman içinde dolaşıp bir zaman içinde kaybolup kendimi bulup kafamı hoperlörlere sokup votkadan çıkarıp sokaklarda ağlayıp sokaklarda yatıp ekmek çalıp peynir çalıp okul kırıp yalan söyleyip kalp kırıp kalp çalıp bir orada bir burada yumruk havada

"arkana yaslan, kuyuda paslan"

Tek başına bir izmir deplasmanı, tanımadıklarım arasında GS maçı.

Çak bana çak


Çak bana cak,
bir duble rakı cak!
Buz istemez, su istemez,
Aşka pansuman yetmez.
Çak bana çak!
Bir duble rakı çak!
Orhan
14/05/2003

Viyana

12 06 1996

Bir gün gelecek tüm denizler benim olacak ve üstündeki adalarda. Hepsinde benim bayragim asili olacak, hepsinde benim insanlarim calisacak. Kosuyorum ileriye hic yorulmadan, bakmayin siz görüntüme , onlar sadece acilarimin disariya vurmasi ama sirtima bir kirbac gibi inip beni daha fazla hirslandiriyorlar.

Biktim artik yapmacikliklardan, tüm yalanlardan, ve tüm sahtekarliklardan. Artik hep ben, ben, ben olacak. Beatleri kalbimde ve beynimde hissediyorum.

-----------

viyana'da yazmışım 14 sene evvel.

14 sene sonra viyana'da ben ben olarak yürürken, döndüğümde gene ben ben değilim.

Karanligin İcinden Gecerken

Sabahin 04:30’u.

Penceremden disariya bakiyorum.

Kollarim acimasin diye solmus bordo rengindeki yastigi pervaza koyaraktan birakiyorum kendimi İstanbul’u dinlemeye.

Uykum aciliyor yavas yavas, üstüm çıplak, sıcagin icinden esen rüzgar yetiyor ayakta dusune durmaya. Tek tük, isigi acik evlerden baska, ana sokaklari aydinlatan lambalar cizgileri olusturmus, damlarin kenarina kadar yansimayi yapip sonra eriyip gidiyorlar pesi sira evlerin catilarinda. Saat kac olursa olsun eko yapan, bi uzaktan bi yakindan duyulan, bazen topluca bazen tek basina havlayan köpeklerin hepsini bi anda susturabilirseniz sabredip; ve ayni anda sokaklarda cop kamyonu yoksa, herhangi bir taksi asfalti konusturmuyorsa iste o muhtesem sessizligin icinde duyabilirsiniz o sesi.

O , karanligin icinden gecen, yükü gibi agir sirlariyla yavas yavas ilerleyen; o bogazin sularini; dümdüz olmus carsaf gibi sularini kesip giden siyah karanlik gemilerin seslerini; sileplerin o muhtesem, motor dairesinden cikan piston, cark, ocak, boru, motor her neyin karisimi ise o agir kütle seslerini duyabilirsiniz.

Geceleri o sesi duyabilmek icin baka baka Ege’ye dogru giden her gemide yesil bir isigin; Kardeniz’e giden her gemide de kirmizi bir isigin oldugunu farkettim. Karsisindakine “senin gectigin yollari simdi bak ben geciyorum” gibi ta uzaktan farkettirecek bir isik. Belki de o isigin altinda geminin güvertesinde sessiz İstanbul’a bakip sarma sigarasini tüttüren yabanci... limanda belki bir gün konaklasa Taksim’de yururken tanisacagi uzun etekli cingene gorunumlu kadina belki asik olabilecek; sadece ceketini ve kimligini alip bu bilinmeyen sehirde belki de kacak yasayabilmek icin Kumkapi’nin karsindan kendini suya atabilecek bir insan duruyor.

Belki de günlerdir suyun ustunde olmaktan belki de gectigi her limanda nefret edip biran evvel sevgilisine kavusmak icin evine dönmeye, sigaranin izmaritinin anasini satarak suya firlatip uyumaya gidecek bir asci. Bilinmedik hayatlar bilinmedik ask oykuleri ve acilar karanligin icinden gecerken dusunduruyor beni.

Hangi liman durunca bu hayattan kacarak uzaklasicaklari liman?

Makine dairesinde calisan ustu basi sicaktan yapis yapis olmus hicbir limani görmeden asagida karanlik sularin altinda karanlik camsiz dairenin icerisinde geciren adamin belki de benimle konusacak ne cok seyi vardir, durup anlatsa evindeki anasini babasini abisini özledigini. O artik her sayfasi kopmak üzere olan dergiye bakarak cektigi otuzbirler belki de yukari cikip ictigi soguk buz gibi votkanin tadi gibi eksimis, belki de günde sadece 5 sayfa okuyabildigi romani gibi zevksizlesmis; o da görmedigi limanlarin belasini vererek kisa ama tatli gelen uykusuna daliyor.

Dusunuyorum; hayatlari, o geminin üstünde, sikistirilmis konserve hayatlari sevgilisinden uzak yatagindan uzak o hayatlari.

Kömürün, yagin, sesin icerisinde; ya da yukarida yudumladigi votkasinin tadiyla gelip gecen hayatlari dusunuyorum. Hicbir zaman tanisamayacagim; hicbir zaman duyamayacagim kahramanlari, asklari; kavgalari dinleyemeyecegim dugunleri dusunuyorum.

Gelip gecen gemi yok olurken gözlerimin önünden bu sefer bir baska agir; gene o motor, cark, kazan boru, ocak sesleriyle, o karmasik kütle sesle irkiliyorum. Gene gizem dolu hayatlar gemisi gene karanligin icinden gecerken uzatiyorum kulagimi. Köpekler o sirada sessizligi bozup dalasmaya tekrar basliyorlar, pesi sira iki araba geciyor yokus asagi iskeleye dogru. Belki ekmek belki süt. Yorgun dusuyorum. Yataga atiyorum kendimi, bu sefer dusuncesiz ve yorgun. Uyuyorum.


tam iki sene sonra ve son yazının yazılmasından da neredeyse bir sene sonra oturup bugün ilk defa aylar sonra "the champion father" defterimi açtım.

İki fotoğraf çektim iki üç satır okudum ve kapadım.

Bugün babamın bana göre hayatı bırakmadığının ve bizim de ona bıraktırtmadığımızın tam 2. senesi.

Bugün bir otobüse bindim Aşiyan'a gittim.

Babamın telefonda Yaşar Kemal'in mezarını geç patikadan yukarı çık ufak bir düzlüğe geleceksin sesi peşinde, babaannemim mezarını bulmaya çalıştım, bulamadım.

4 gün içerisinde ikinci mezarlıktan çıkarken biraz üzüntülü biraz da güçlü çıktım.

Babamı ve annemi, tam beş ay olacak, görmeyeli.

Ufak bir köpek almış ?? bulmuş ??, annem köpeğin resmini gönderdi ama mms'e yenik düşmüştelefonum gösteremedi.

Sabah dayımlar gitmiş. Dayım iyiymiş.

Koskoca tarihimden bugün annem-babam-abim-dayım geriye kalanlar. Başka hiçbir şey yok. Uzaklarda bir kuzen, Ahmet kadar uzak Ahmet kadar kalp kırmış.

Babaannemin adını unutmuştum bugün. Aliye (esasında annemin Teyze'si) zannederken babam Asiye dedi.

Kulakları çok ağır duyar, kulak dibinden bağırmak gerekirdi. Ben 5 yaşımdayken gitmiş, tüm halalar-amcalar bileğindeki Trabzon bileziklerinin peşinde olduğundan ; babam annesinin cenazesini iki alt sokakta amcamın evinden çıkarken görmüş... ağlayarak eve girişini çok net hatırlayıp son dakika cenazeye yetiştiğini biliyorum. Bu 3 amcamın 2 halamın mı ne hayatımın sonuna kadar yokolmalarına neden olmuş bir vaka.

Bu yüzden babam beni bıraktığında , aynı Metin Amca'nın yüzüne bakıp Muzaffer Dedemi her gördüğümde kalbim nasıl hızlandıysa, kimin yüzüne bakacağım, bilmiyorum.

Şimdilik dakikalık telefonlarla anne babaya, yere bakmalı hararetli abi konuşmalarıyla geçip gidiyor aylar.