Tuesday, November 16, 2010

Karanligin İcinden Gecerken

Sabahin 04:30’u.

Penceremden disariya bakiyorum.

Kollarim acimasin diye solmus bordo rengindeki yastigi pervaza koyaraktan birakiyorum kendimi İstanbul’u dinlemeye.

Uykum aciliyor yavas yavas, üstüm çıplak, sıcagin icinden esen rüzgar yetiyor ayakta dusune durmaya. Tek tük, isigi acik evlerden baska, ana sokaklari aydinlatan lambalar cizgileri olusturmus, damlarin kenarina kadar yansimayi yapip sonra eriyip gidiyorlar pesi sira evlerin catilarinda. Saat kac olursa olsun eko yapan, bi uzaktan bi yakindan duyulan, bazen topluca bazen tek basina havlayan köpeklerin hepsini bi anda susturabilirseniz sabredip; ve ayni anda sokaklarda cop kamyonu yoksa, herhangi bir taksi asfalti konusturmuyorsa iste o muhtesem sessizligin icinde duyabilirsiniz o sesi.

O , karanligin icinden gecen, yükü gibi agir sirlariyla yavas yavas ilerleyen; o bogazin sularini; dümdüz olmus carsaf gibi sularini kesip giden siyah karanlik gemilerin seslerini; sileplerin o muhtesem, motor dairesinden cikan piston, cark, ocak, boru, motor her neyin karisimi ise o agir kütle seslerini duyabilirsiniz.

Geceleri o sesi duyabilmek icin baka baka Ege’ye dogru giden her gemide yesil bir isigin; Kardeniz’e giden her gemide de kirmizi bir isigin oldugunu farkettim. Karsisindakine “senin gectigin yollari simdi bak ben geciyorum” gibi ta uzaktan farkettirecek bir isik. Belki de o isigin altinda geminin güvertesinde sessiz İstanbul’a bakip sarma sigarasini tüttüren yabanci... limanda belki bir gün konaklasa Taksim’de yururken tanisacagi uzun etekli cingene gorunumlu kadina belki asik olabilecek; sadece ceketini ve kimligini alip bu bilinmeyen sehirde belki de kacak yasayabilmek icin Kumkapi’nin karsindan kendini suya atabilecek bir insan duruyor.

Belki de günlerdir suyun ustunde olmaktan belki de gectigi her limanda nefret edip biran evvel sevgilisine kavusmak icin evine dönmeye, sigaranin izmaritinin anasini satarak suya firlatip uyumaya gidecek bir asci. Bilinmedik hayatlar bilinmedik ask oykuleri ve acilar karanligin icinden gecerken dusunduruyor beni.

Hangi liman durunca bu hayattan kacarak uzaklasicaklari liman?

Makine dairesinde calisan ustu basi sicaktan yapis yapis olmus hicbir limani görmeden asagida karanlik sularin altinda karanlik camsiz dairenin icerisinde geciren adamin belki de benimle konusacak ne cok seyi vardir, durup anlatsa evindeki anasini babasini abisini özledigini. O artik her sayfasi kopmak üzere olan dergiye bakarak cektigi otuzbirler belki de yukari cikip ictigi soguk buz gibi votkanin tadi gibi eksimis, belki de günde sadece 5 sayfa okuyabildigi romani gibi zevksizlesmis; o da görmedigi limanlarin belasini vererek kisa ama tatli gelen uykusuna daliyor.

Dusunuyorum; hayatlari, o geminin üstünde, sikistirilmis konserve hayatlari sevgilisinden uzak yatagindan uzak o hayatlari.

Kömürün, yagin, sesin icerisinde; ya da yukarida yudumladigi votkasinin tadiyla gelip gecen hayatlari dusunuyorum. Hicbir zaman tanisamayacagim; hicbir zaman duyamayacagim kahramanlari, asklari; kavgalari dinleyemeyecegim dugunleri dusunuyorum.

Gelip gecen gemi yok olurken gözlerimin önünden bu sefer bir baska agir; gene o motor, cark, kazan boru, ocak sesleriyle, o karmasik kütle sesle irkiliyorum. Gene gizem dolu hayatlar gemisi gene karanligin icinden gecerken uzatiyorum kulagimi. Köpekler o sirada sessizligi bozup dalasmaya tekrar basliyorlar, pesi sira iki araba geciyor yokus asagi iskeleye dogru. Belki ekmek belki süt. Yorgun dusuyorum. Yataga atiyorum kendimi, bu sefer dusuncesiz ve yorgun. Uyuyorum.