Sunday, May 31, 2009

2 sene evvel bugün


nezihem'i uğurlarken gene kafamı kaldırmış yukarılara çok yukarılara bakıp 10 sene evvel Bodrum yolunda Morissay dinlerken yaptığım şeyi yapmaya çalışıyordum. O zaman gürgan ve kayınlara bakarken, 31 Mayıs 2007'de selvi ağaçlarına bakarken, bugün tünelin ara sokaklarından gri bulutlara, şimdi Abbas Ağa parkının çınar ağaçlarına bakarken de...nefes almaya ve anlamaya çalışıyordum.

Zaman ile anlaşamadığım ve kavgamın devam ettiği bu iki senede çok fazla şey oldu benim için ve ailem için. Koşulmuş bir at gibi ağırdan hayatı yokuş yukarı çektiğim bir iki sene geçti gitti.

Mücadele verdiğim ve kazanmak için çalıştığım ve kazanacağım herşey, tutunmaya ve kaybetmemeye çalıştığım gene herşeyi en nihayetinde kaybedeceğim! ya da onlardan evvel kendimi kaybedeceğim un ufak, yok olup gideceğim.

E o zaman ?

Bu dipsiz koşuşturmanın içinde, bu anlamsızlığın farkına varabildim "an"...

Yani tüm endişelerimin veya sevinçlerimin, hep sahip olma elde etme döngüsünde olan insanlığın, elde edebileceği herşeyin yok olacağını anlayabildiği "an"ları birleştirip zamana yayabilirsem ve bunu da nefes alarak yapabilirsem...

sanki biraz daha rahatlayacağım.

Pilsiz radyomdan 2-3 reklam sonra çıkacak akustik şarkıyı heyecanla beklerken, kahvem her seferinde olduğu gibi , şaşırtmadan beni, gene soğudu.

Gri bir yıldönümü. Soğuk, motorda ofise gelirken üşüdüm. Ellerimi sıcak suya sokup ısıtmaya çalıştım. Soğuk kahveden bir yudum. şarkı başladı. Karşıya geçip geçmemeyi Nezoş'uma gidip gitmemeyi düşüneceğim uzun ve gri ve soğuk ve sanki harika bir pazar günü. Ofiste tek başıma. saat 12:32, radyo çalıyor, kulağıma düşen gitarların arasından bası bulup çalmaya başlıyorum, davulcu bana bakıp gülüyor, seyirci hızlanmamı ister gibi ellerini kaldırmış ama sessiz ama gözler kocaman bana bakıyorlar, pedala basıyorum, iki adım öne geliyorum mikrafon dudaklarıma yapışıyor ve çalmaya başlıyorum bugün için:

PLAY FOR TODAY
It's not a case of doing what's right
It's just the way I feel that matters
Tell me I'm wrong
I don't really care

It's not a case of share and share alike
I take what I require
I don't understand ...
You say it's not fair

You expect me to act
Like a lover
Consider my moves
And deserve the reward
To hold you in my arms
And wait
And wait
And wait
For something to happen

It's not a case of telling the truth
Some lines just fit the situation
Call me a liar
You would anyway

It's not a case of aiming to please
You know you're always crying
It's just your part
In the play for today

Friday, May 29, 2009

2 sene

yarın olacak, uyuyamadığım bir hafta sonrası bayıldığım gecenin sabahı 7 de uyandım.

2 kahve bi cigarillo.

Hayatımda hiçbirşeyi kadar özlemedim.

Hayatımda hiçbirşey bu kadar canımı acıtmadı.

Canım ananem, hala aklımda o yatağı dikleştirin kızgınlığın ve ben daha Bodrum'a gideceğim lafın.... Canım Nezoş, tüm bu güzelliğinin tüm bu melekliğinin, sana orada çok güzel bir hayatın içinde, dedem ile yanyana kaldığı yerden devam ettiğinin inancıyla...

seni çok seviyorum...

Sunday, May 17, 2009

Baba


Şu benim meşhur nokta. Gölköy. Burada herhalde 4-5 farklı fotoğrafı, 3 ayrı mevsimde resmi olan, Önce Nezihe'li, Figen'li, İlhan'lı, sonra ananemsiz aynı noktada defalarca ve son kara kış sonrası bomboş bir resim Şubat ayında...

Bu Mayıs, Nezoş'un yıldönümüne 3 hafta kala aynı noktada buluştuk.

Kara kış...Tanpınar gibi kalemim olsa çok güzel bir roman yazabileceğim "kara kış" sonrası babam ile hayatın tadını ensemizde hissettiğimiz aynı iskele aynı nokta.

Baba - Oğul


Gün batımı hayatımıda koştuğum en güzel yerlerden bir tanesine, elimde makinam ertesi yürüyüşe çıktım.

Tel Aviv'in güzelliği ötesi insanların sakinliği de rahatlığı da beni çarpmıştı. Restorantın tekinde tanıştığım kız bakma böyle güler yüzlü ve sakinnnn relaxxxxi olduğumuza, stres de diz boyu demesine rağman 4 gün neredeyse hiçbir yerde buna dair birşey hissetmedim.

Kilometrelerce uzanan müthiş plajda, bu baba-oğlu gibi, herkes, kendini sanki tüm olup bitenden soyutlamış gibi bir hayat yaşıyordu.

Friday, May 01, 2009

...


Tel Aviv’in sıcak ve güzel sahillerinde ailemden binlerce sokak uzaklarda tek başıma.
En güzel “her şeye karşı gelebilme anlarım”dan birinde…
Oturmuş, çok uzaklara, belki Kıbrıs’ın güneyi Malta’nın ortasına doğru bakarken, öyle ayaklarım kum olmuş bu sefer hiç kıl olmamış, gözlüğüm de kum olmuş, ceplerim de kum olmuş, sağım solum önüm arkam sessiz, bir bardak soğuk kırmızı şarap, alnım günün korumasızlığından kızarmış…
Ve öyle ağırdan öyle ağırdan güzel bir gün battı ki….
Ertesi günün Kudüs heyecanını unutmuş hayatımda yer etmiş Bayramoğlu, Bodrum, Kaş, Bozcaada kumsallarından sonra şimdi burada tek başıma sessiz ve sakinden fazla panik yapmadan içten içe heyecan bastırmacalı tepemden uçak geçip durmalı…
Bir yudum sonra bir yudum daha…