Sunday, December 20, 2009

Kavafis

"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde." Kavafis

Tuesday, December 15, 2009

Ajurdi

Galata'dan Karaköy'e yürüdüm
Kabataş'a tramvaya bindim
Bi adam geldi beni ezdi ve yanıma oturdu
Gocuğunun nem kokusu altında tıkandım
Kabataş'ta indim
Otobüse eski zamanlaraki gibi yolun ortasında atlamaya çalıştım ama artık bu ayıp birşey olmuş.
Duraktan bindim.
15 yaşında bir mini etek bindi utandım bakamadım.
Yıldız'da ndim.
Portakal suyu
Çiseleyen yağmur
Öğlen yolun karşısından taksiye bindim
Taksinin koltuğunda döl lekeleri vardı indim
Bi daha bindim
Köprüden geçtim
Ortakla dönder yedim
Geri geldim
Kahve içtim
Bir kere kalbimi bir kere sırtımı yokladım.
Ertan...
Ah Ertan...
Konuştuk
Sanki her seferinde trenin incelen dumanı gibi
Kapattık
Sevmediğim garajdan araayı aldım
Ertanı aradım
Bu sefer güldük
Az da olsa güldük
Arabayı park ettim
Aynayı kapattım
Acaba çöp kamyonu geçince bu akşam 6. not bırakışlarında küfür yazacaklar mı?
ya da tak ulan şu ibnenin arabasına bu sefer diyecekler
desinler
haftaya kaportaya veriyorum
cillop gibi olacak
peki beni kim kaportalayacak?
sağ üstte bi sancı gene yoklamasını alıyor
burda!
sırt!
burda!
sol kol?
hep burda!
bu yoklamalar belki de onlarsız çok komik olacak bir hayat var
boşveeer
3 gün sonra yılbaşı sepeti diye 10 tane jack alıyorum
2 tane de madem indirim mideye de indiririm
yarım bardak
2 buz
çıt çıtçıt
emin
sen istedin diye işte kelime oynu sis bulutları anane manane olmadan da yazdım işte
sen istedin diye değil de genelde de yazmalıyım diye

Ruhe

Duş alırken gözlerimi kapatıp hiçbirşey düşünmemeye veya duş sonrası havlu ile yüzümü kapatıp deniyorum.

Olmuyor. Ve çok merak ediyorum, insan düşüncelerini kontrol etmeye imkanlıysa (yani şimdi GS düşün desem düşünebilirim) neden bi süreliğine dur demeye gücü yok.

Meditasyonun verdiği bu mu değil mi merak ediyorum.

Ama düşüncenin kontrol edilemediği çokta zaman var.

Lise hayatım 2 avusturyalı hocamın bacaklarına bakıp düşüncelere "dalma orhan" ile geçti, çoğu zaman dersi dinlemek yerine kontrolsüz düşüncelerde buldum kendimi.

keza bugün, tramvay-otobüsü seçtiğim bugün, saçma sapan düşüncelerin gelip geçmesine engel olamadım.

Hem istediğim zaman istediğim şeyi düşünebilmek hem de istemediklerime karşı koyamamak nasıl bir saçmalık.

Ama basitçe ayağını bacağını excercise edenler varsa beynini de edenler herhalde bunu başarabiliyorlardır.

Hiçbirşey armut piş değil elbet. Ama niye bu kadar zor, "3 dakka olsun gözlerimi kapatıp düşünmemek, nasıl birşeyi yaşamak için çalışmanın anlamsızlığı?

Sunday, December 06, 2009

Güzel günler

"babamın ölüm yıldönümü" yazdı annem bugün MSN'de

sanki böyle bir pazarda hatırlamam gereken birşeymiş gibi geldi yazınca.

Bir şans verilseydi dedemle röportaj yapmak isterdim.

Benim için Kent Dükü'nden farkı olmayan duruşunun arkasında acaba farklı bir insan saklı mıydı bilmek isterdim.

Kaybettiğimde 18 yaşımda ve esaında bir sürü soruyu da sorabilecek yaştaydım.

Ali'ye söylemiştim ilk. Halı sahaya yürüyerek gitmiş tellerin arkasından dostlarıma bakmış Ali tele yaklaşmış ne oldu lan demiş ben de yaşlı gözlerle dedem demiştim.

Sanki kuzey londra subörbünde çekilmiş bir sahne gibiydi.

Bir gün dedem tuvalette yere eğilmişken kıçına tekme atmıştım şaka olsun diye ve dedem sanıyorum az daha kafasını mermere vuruyordu. Hayatımın azarını işitmiş ve ceza olarak da cezaların en büyüğünü dedemin benimle konuşmamasını almıştım.

Yürürdük hep, önce pusette sonra yanyana sonra sırtta çanta dedemle yürürdük hep.

Ethemefendi caddesinin heykelli bahçesinde, tren istasyonlarında, bostancıdan suadiyeye oradan erenköye sonraları kadıköye, karaköyden tünele, asmalımescitten taksime yürürdük.

İstiklalin trafikli ve dolmuşlu günlerini hatırlarım.

Dedemle ananem yani Nezoş 31 Aralık'ta evlenmişler.

Ananemi hüzünle karşıladığım son yıllarda yani melankolinin beni yakalayıp bırakmadığı olgunluk yaşlarımda yılbaşları ananemi bi ayrı düşünür kusan eğlenen gezen kopan orhanin içinde esasında çok daha hüzünlü biri ananemi düşünürdü.

Şimdi bu yılbaşı ananesiz ve dedesiz onlar için belki de çok keyifli bir mutluluk ve sevgi ile gülümsemeyle bardağımı kaldıracağım.

Her fırsatta eski fotoğraflara bakmayı adet haline getirmeyi ağırlığının altında ezilmeden tebessümle fotoğraflarda geçmişin güzelliğini düşünmeye ve hissetmeye çalışan ben, şurayı okuyan toputopu 9-10 kişinin de (madem mahremimi biliyorsunuz) her fırsatta raflarda duran albümlerde kaybolmalarını tavsiye ediyorum.

Ama bunun en zor yanı o fotoğraflardaki anılar hep geçmiş değil. Taze olanlarda mevcut haliyle. Ve tabiki yıllar sonra dedemin fotoğraflarına mutlulukla anca şimdişimdi Nezoş'un fotoğraflarına ağlamadan ama düğüm düğüm bakarken, veya bakabilirken...

taze anılarda hızla eskimeye devam edip beni içinden çıkamayacağım bir hüzne atıveriyor.

Keşke 5 seneden eski olmayan fotoğraflara 5 sene sonra bakma mecburiyeti olsa.

İşin garibi kendime bile oha dediğim fotoğraflara yavaş yavaş zor bakmaya başlıyorum.

Fazla analitik fazla kurgucu ve detaylarda fazla takılanların hayatlarında böye bir zorluk olduğunun farkındayım.

Durmuyor ki hiç.

Ben mesela şu an dedemin bir resmine bakıp onun ipeksi saçlarını okşayıp, yanaklarını öpüp, poplin gömleklerini koklayıp sesini hiç ama hiç bir kusur eksiklik fade-away sararma solma olmadan duyabiliyor ve hissedebiliyorum.

Ah işte bu zamanlarda nasıl daha düz daha duygusuz daha ot ve daha sığır bir insan olmayı istiyorum. Ruhum belki de ne kadar daha hafif ve dinç olurdu. Olsun farkında olmadan yaşamayı belki de bu yorgunluğa veya korkuya tercih edebilirdim.

Yılın son 3 haftası. Bizim için belki de babayı bu sefer daha az korkucağımız da olsa gene bir ameliyat ihtimalinin olduğu, martı nisanı gene iple asıla asıla çekeceğim, işte mücadelinin sanki tavansız bir dünyada daha da yukarı çıktığı, Ertan'ım için oldukça kritik bir 4 ay.

Keşke bi Orhan yedek klübesinden kalkıp oyuna girse tamam değiş tokuş değil bi iki maçlığına kaslarım kemiklerim dinlenene kadar koçum bi dinlen bi dur nasılsa fikstür uzun diyecek bi yedek ben...

ya da böyle bi makin atık kafaya takacaksın içini formatlayacak dışın aynı kalacak mücadele mi o ne ki ya alırım sen ne kadar istersen dedirtecek sanki geçen sene olmamış sanki hiçbirşey hiçbir zaman olmamaış gibi br format atılacak

Hiçbirşey hiçbir zaman olmamış gibi aynı şekilde kaldığın yerden devam etmek ne şahaser olurdu.

Bugün, pardon geçen sene marttaki 20K ya hazırlanırlen sanıyorum 10 falan rahattı. Şimdi bugün:

Biraz evvel:

1,5 K zor çıktı!

ipodun en dolmuş şarkılarına sırayla basmış olsam da hadi ulan bi 3K nın lafı bile olmadı. 10 dan 7 ye 5 de 2 dakka yürüyüş ve tıpış tıpış soyunma odasına.

Sessizlik.