Saturday, October 27, 2007

i won't regret you

nasıl şennn şakrak bebekten başlayan son koşu ile kuruçeşmeden muz alış taa geriye yürüyüş, yorulmamak için. Sonra traaak diye bambaşka bi gün. yahu ben böyle kalkmamıştım ki yataktan. Bir gün bile bu kadar değişecekse yoook ben almayım da diyemiyorsan ne yapacam ? Götündeki son tüyü de çekip koparılmış bi kaz gibi sağa sola kafamda da bi çuval sanki ya da kafası kesik tavuk gibi çarpıp durmak.

and it's raining...

ah ne güzelde veriyor dj diye ilk road trip, kaza, arkasından açı çığlık, bi benzincide tüm benzicilerin gözü önünde tahta masaya yatırış, 30 dakika bekleyiş, tamam kırılmadı herhalde haydi,az kaldı bu kadar geldik dayan, yokmuş hay allah 300 ytl ne ev ne havuz ne bi hayat bekleyen.

niye yazıyorum bunları buraya hatırlamak.

I am a photograph on your wall and it's all I need.

çünkü artık STM'de inanılmaz bi geriye gidiş yaşıyorum. Not almaya daha fazla başladım.

yazmak istemiyorum...saçıma 12 senedir yapmadığımı yapıp,iki avuç hobby jöle banayıp dogstar, roxy, peyote, gizlibahçe, arka bahçe, o sokak bu sokak, ve sonunda gene kılıç ali paşa camiinin muhteşem silüetinde bira, iki shot bi sek bi rakı bi votka cin...

I was riding this city
with a sinpack on my back
suddenly I came to a stop
at a station where time is changing.
and god is watching.

Saturday, October 13, 2007

let's follow the cops back home


am i sitting in front of what?
myself or turning back to the very-myself
couldn't find any shallow tree
jumped over there and now here
bruised and all turning to yellow

stuck here and there

akrep ölürse yelkovan da ölecek


Leave me bleeding on the bed
See you right back here tomorrow for the next round
Keep this scene inside your head
As the bruises turn to yellow
The swelling goes down

When I dream I dream of your lips
When I dream I dream of your kiss
When I dream I dream of your fists
Your fists... Your fists



i miss u.

3 ? 5?


7 senedir kullandığım çamaşır makinemde
3 hassas renkliler
5 beyazlar
252 tahmini makinayı aldığımdan beri çalıştırma sayı
2 programi 252 kere kullandim sadece 3 ü ve 5 i
252 keresinde yani her seferinde :
beyazlari koydugumda beyaz 3 müydü 5 miydi diye sorusum
renklileri koydugumda renkliler 3 müydü 5 miydi diye tekrar bakisim
bu yaziyi yazmadan evvel 3 neydi 5 neydi diye bi daha bakmam

camasir yikamayi sevmediğim içinden mi, yaşlandığımdan mı, dalgamdan mi, alzheimer mi, yorgunluk mu, hayatin sadece renkli ve renksiz olusu mu, deterjan mi, mutfak da durmasindan mi, benden mi , kendisinden mi, başkasından mı...

fon: yagmur arkasi tom yorke - the clock

dün

bayramın ilk günü
ailecek, (mumla aranır)sülalecek pek bi gelenek değildir. Eskidendi.
Ama gene de anne baba ve bir iki büyük aranır.
Duştayım. "Çıkınca önce annemi bi arayım, sonra Nezoş'u"

kalıyorsun kasılmış bi şekilde. Hala.

Anne arandı, baba arandı, dayıya kızgınlık. Teyze hala yoğun bakımda. Kuzen Dubai'de.

Sonra sahte yalancı sms'ler iş ortaklarına.

Sunday, October 07, 2007

some kind of dream

anlıyorum şimdi… neden eskiden ölenlerin arkasından matemlerin 3 ay 6 ay 1 sene sürdüğünü. belki de daha uzun belki de neden yıllarca paralize kalındığını hareket edilemediğini yutkunamadığını nefes alınamadığını. cause it was still life. dumduz bir hayatta gündeliğin su gibi berrak olduğu çitsiz çıtasız dikensiz hayatların yaşandığı zamanlarda.

İt it it it. İşe ver kendini , maç başlayacak, bin vespa'ya uzaklaş biraz, unut unut at at at. Mümkün mü. Mümkün mü ? Esasında evet ama atamıyorum o kadar da uzağa atamıyorum…o kadar uzağa. Hala kokluyorum hala dokunuyorum. Hala sanki her kadın sesinde her sırtı dönük bi kadında onu görüyorum. Koşup sarılmak istiyorum. Ölüm sanki hiç gerçekleşmiyor da sanki ara veriyo, sanki kapı çalacak sanki telefon edecek sanki alacaksın Markiz'e götüreceksin sanki o kendi ördüğü hırkasına sarılacaksın.

Her şarkıda, şiirin öpüşen sevgililerde düşen yaprakta onu hissediyorum. Sanki sevgi formunu kaybetmiş sonra kendini onda yeniden bulmuş.

Gözyaşımın ilk defa tereddüt etmeden kendini koy verdiğini hatırlıyorum.

Ona son kez dokunduğuma dokunuyorum.

Onu son kez öptüğümü öpüyorum.

Hangi formda olursa olsun ona tekrar kavuşmak istiyorum.

Canım acıyor. Daha fazla acıtmakla acıtmamak arasındayım.

Bir gece daha son buluyor. Yarın geceye doğru. Zamanın içinde gene oradan oraya koşturduğum bir hafta sonu ve keyless man ile geçmiş compressed kutular içinde konuşulmuş binlerce konu.

Sonra bi an geliyo, işte böyle, yolda da böyle maç sırasında da böyle. Duruyorum. Dokunmak istiyorum. Ne ellerim yetiyor ne kollarım.

Günler sanki hiç uyanmak istemediğim bir kabus gibi.

Ne yazdığımı bilmeden yazdığım bir karmaşa gene. Gene burada bu gece bu sayfada.

Nezihem. Canım ananem!

Friday, October 05, 2007

reach your arms up to sputnik

an go ra 12 ytl ama o kadar güzel ki ne mantarını koklamaya gerek var ne de etiketine bakmaya , yılı mı, fermante envanter fıçı üzüm yılı ekim..2009..bitir yeter

bitti bi şişe, gidip geldim çişe
yetmedi bu neşe
hayır var her işte
ah şu kayıklar peşpeşe
fi tarihinde mi marketindnen aldığım bir smirnof şişesinin kutusunun içinden smirnoff twist diye bardak çıktı, ki o bardak her seferinde absolutun hışmina uğramakla kalmamış, şimdi içinde dünyanın en güzel renginde sadeliğinde tek buzla jack'i konuk etmekte.

once I saw noone has ever seen
once I were noone has ever been
once I kissed the moonlight
and she kissed me back
and that was the last time
and the...
last thing that i ever want in my everlasting life
is to fall like tree
in memory of sik sik sputnik , 50 years ago.... and the history changed... http://history.nasa.gov/sputnik/

...

ohhhh, ayılmalar bayılmalar diyarındayım, en derine ulaştım mı bilemiyorum, ama bu hali de hiç mi hiç sevmiyorum, ne demiş şair "kendi kendimizle yarışmaktayız gülüm...ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, ya da dünyaya inecek ölüm..."

okuduğumdan beri, aklımdan çıkmıyor, "kim görecek gözlerimi son kez açık, kim duyacak son nefesimi" kapıdaki pizzacı çocuk mu, parayı uzattığım kasiyer mi...

çok ama çok evvel, yabancı bi ülkenin yabancı bir ormanının içinde koşuyordum, dar ve ağaçlıklı bir yolun içinden koskocaman bir çimenin ve uzaklardaki dağın içinde düştüm. Aynı duyguyu: şimdi göt oğlanı, bir zamanlar kes-de-keseyim-kır-de-kırayım-kafamı dostumla bodrumun içinden esasında pek de sarhoş değilken güllüğün üzerinden doğan ayı görüp, kenara çekip Bauhaus dinlerken öylesine sarılıp nedensiz kopmuştuk ağlamaktan. Sarılmanın ötesinde , karanlıkta kapkara dağların dolunaydan apaydınlık tepelerine bakakalmıştım. O gün, kalksam, insem aşağı suyun üstünden yürüyebileceğimi bilerekten ve o dağın tepesine o aydınlık çizginin ötesine geçebilsem bambaşka bir hayata adım atacağımı biliyordum.

Kalkmadım, yürümedim, öteye geçemedim.

ve sanki bitmişti. O ilk ve son kez tanınmış bir hak gibi, son bulmuş uçmuş gitmişti.

Şimdi (Demin oldu bile)

Şimdi ne zaman o uzak tepeleri ve çizgileri görsem, sanki ruhum tüm kızngınlığı ile terkedip gidiyor öteye... geri geliyor daha da bi kızgın...

sanki: işte ne zaman bu terkedişler ve geri gelişler başlasa ben bu derinlerde kaybolup gidiyorum.

benim melankolimin türemesi bu mu....

?

bu terk edişler ve geri gelişler mi....

sanki uzun bir karanlıktan sonra doğmuş ışığın altındaki o tepelere her gidişte başlayan her dönüşte kabaran sonra yok olan bi sonraki doğmayı bekleyen...ruhumun benimle kavgası mı bu?

bu ayda 4 gün değil ama, 14 bazen 24 kere doğan tepelerin arkasındakini, bana her gösterişindeki terk edip gitmesinde, terk edememeyi yeniden sunan...


P.S: Ekim! akşamı koşup soğukta terlemiş gerinirken, şimdi sırtımda bir dal, nefes almak ne mümkün.