Friday, September 22, 2006

The Keyless Man's message


"8 kişilik dolmuşların orta koltuğunun en sağında , sırtlığı katlanabilen çok dar bi kıçımlık bi koltukçuk olurdu. O boşken o sırtlık kısmı her an kopacak gibi delice sallanırdı....aynen öyle sallanıcaz. Nasuh'da o sırada Himalaya'larda olduğu için gelmiycek, sen de 2 çelik kapının yarattığı boşluk arasından yandaki mankenin ağzına vereceksin, günlerce ve günlerce termosifonundaki suyla yaşatacaksın, kurtulduğunuzda seni camiasına sunsun diye..."

Gecenin bi vakti öylesine denemeler, boşluboşuna



Bir daldım , iki çıktım.
Üç koştum, dört döndüm.
Beş verdim, altı atladım.
Yedim, sekizim,
Dokuz köy, on adım...

-İğne yapraklı ağaçlar hariç, bütün diğer ağaçlar kışın yapraklarını dökerler
-Hassiktir lan
-Kışın dondurma yenmez
-Defol git
-Yabancılarla konuşmayın
-Yok ebenin şeyi
-Terli terli soğuk su içilmez
-Kodum mu uçarsın
-Ispanakta demir boldur bi tek onu yiyin
-Al babayı

Friday, September 15, 2006

Echoing in my mind


All my useless advice
All my hanging around
All your cutting down to size
All my bringing you down
Watch the clock on the wall
Feel the slowing of time
Hear a voice in the hall
Echoing in my mind
All your stupid ideals
You've got your head in the clouds
You should see how it feels
With your feet on the ground
Here I stand the accused
With your fist in my face
Feeling tired and bruised
With the bitterest taste

DM

Log 36 ve gene 36


Kaptanınız çok büyük dağıldı. Sizi üzmüş olabilirim. Belki de benden çok daha fazla merak eder oldunuz. Çok acaip yerlere gittim. Ara sıra rakı ve balığın eşşiz lezzetinde kendimi kaybetmiş olsamda cevaplara artık biraz daha yakınım. Sanıyorum zaman esasında gel geçlerden oluşmuyor, hep sabit ama sonsuz kesitlerden oluşuyor. Küçükken yediğim Rokoko kek gibi. İçinde değişik katlarda değişik dondurmalar olurdu. İşte zaman ve zamanın içindeki biz kek dilimiyiz ama hareketlerimiz duygularımız, bi evvelimiz ve bir sonramımız onun içindeki kesitler. Geçen hafta Kaş’taydım. Son 7 senedir 6 kez gittim oraya. Aynı yerde denize girdim aynı yerde yedim aynı yerde içtim. Herşey aynıydı ben hariç. Nerdeydim nereye gitmiştim bulamıyordum... Ve bi akşam bitkiler ve rakının etkisi ile bi kanı geldi saplandı.

Esasında hala oradalar. Benler. Karışmaya mı başladı aklım veya aklınız? Üç tane taşı yanyana koyun. 3’ü de sensin. Biri geçen seneki biri bu sene biri de gelecek sene. Herşeyden evvel gelecek seneyi tahmin etmeye değiştirmeye ya da engellemeye imkan yok. O orada duruyor. Zamanı gelecek kekin bi dilimi bitecek o başlayacak. Üçünün sıralandığı çizgi “zaman” işte. Ve zamanın içinde hareket edince bir taştan diğerine atlar gibi hareket ediyoruz. Hani ne oldu nereye gittim daha geçen sene aynı yerden denize giriyordum diye birşey yok orada. O hala orada. Sen artık orada değilsin. Hayatımız sonsuz taşların birleşiminden oluşuyor. Bu anlamda geçmişi biliyoruz; ve şuanki yerimize bi evvelki noktadan geliyoruz ve gideceğimiz yer de belli. O zaman işte başka bir soru çıkıyor ortaya? Zamanın içindeki benler hep aynı yerde olup bitiyor ve kalıyorsa yani BEN nereye nasıl gideceğimi belirleyemiyorsam o halde ne için uğraşıyorum, kader denen şey esasında bu sabit çizgi mi? Ya da özetle, sene burada olim bunu yapim bunu içim yiyim isteklerimiz boş bir melankoli ve üzüntü kaynağı mı? Çünkü zaten her istediğimizi yapamıyoruz. Belli olanı yapıyoruz. Burada gene aklım hafif dağılıyor. Bunun üzerinde biraz dolaşmam lazım.

Çalışmalarım sırasında Burger Queen ile bi kaza atlattık. 5 metre uçtum. Bel boyun 2 gün ağrıdı. Ucuz atlattım. Burgen Queen sol tarafını çizik içinde bıraktı. Şimdi daha iyi, ben de. Şimdi ne olacak bilmiyorum. Yakup’u özledim. Yemek yemeden sadece beyaz peynir kavun ve börülce istiyorum.

Thursday, September 14, 2006

Bir tuttum seni tuttum


esasında kendimi tutmayı bekliyordum, denizin içinden çıkarıp

sen geldin
önce vurdun sonra asıldın sonra bi sağ bi sol
sonra
suyun dibinden sanki güneşi tutup çekercesine
parladın atladın
daldın
gene atladın

palamut
ilk palamut
düşler denizinden