Tuesday, June 22, 2010

Vivian

Sabah 6:30 da şehre tepeden bakıyordum. Sanki savaş yılları sanki kara bulutlar düşman istilası, şimşekler ateş topları, şehrin üzerine yığılıyor ve sanki ben çok uzaktan istilayı seyrederken büyük bir tebessümle "geçecek bu şehri ben kurataracağım" der gibi bakıyordum.

Yağmura rağmen Vespam, dizlerim ıslanmış ofise geldim.

Eyjafjallajokul patlayalı 2 ay oldu.

Bütün o uçamayıp hayatı değişenleri tek tek bulmak değişik şehirlerde bulup konuşmak "söyle şimdi sahiden mutlu musun?" demek istiyorum.

İrlanda'dan İstanbul'a konsere gelen Vivian ile tanıştım dün. Volkan patlamadan 2 gün evvel kendisi İstanbul'a inmiş ama uçaklar uçamayınca hayatının en önemli konserine gelmesi gereken kontrabası gelememiş. Ona kontrabas bulmuşlar, istememiş, 6 ay hazırlandığı kendi kontrabasını istemiş yanında, konser günü, uçağa binip Mısır'a hep görmek istediği piramidlere kadar gitmiş. "O kadar büyük o kadar şahaserlerdi ki oturup ağlamaya başladım, ayaklarımı kumun içine gömüp ağlamaya başladım, Khufu'ydu pyramidin adı...ve ben onun altında sanki koskocaman kontrabasımın yanında, aynı o küçüklüğümle oturmuş ağlıyordum, en alttaki 2 metrelik taşa sarılmış, ellerimle sarılmış ağlıyordum, kalktım, geriye sıcakta 2 km yürüdüm, arkamı dönüp bir kere olsun bakmadım, havaalanına döndüm, İstanbul'a geldim ve bıraktım, çalmayı bıraktım, yazıyorum şimdi..."

bu hikayeleri toplamak bu hikayeleri tek tek dinlemek bu hikayeleri yaşamak istiyorum

Vivian'ları tek tek bulup şimdi mutlu musun demek istiyorum?

Sunday, June 20, 2010



hayatımın en berbat koşusu en sıcak en saçma en dağ tepe en zor en tehlikeli en koşu olmayan en sıkıcı en saçma koşu bile demeyeceğim patika koşusu diye oltaya gelip koştagörebeninamını koşusu. Öyle dik yokuşlar öyle tepeler vardı ki yükseklikten kulaklarım tıkandı saatlerce açılmadı.

1 saat 6 dakika.

Saturday, June 19, 2010



Yarın babalar günü. Haftaya doğumgünü. Haftaya sarılmacalar koklamalar dayımla konuşmacalar günü. O gün, çok sıcak, ensemden giren sıcak bacaklarımdan omuzuma üstümdeki herşeyi yapıştırdı. 3-4 adam sıcaktan yerde bayılmış iki tanesi uyukluyor iki tanesi sigara içiyor uzakta taşın arasında bir kafa bir kalkıp bir iniyor kolları birbirine bağlı bir şekilde bana bakıp duruyordu. Hiç o kadar sıcakta gitmemiştim. Ya sıcaktan ya zamanın bu kadar geçip gitmiş olmasından ve sanki hiç bir gün an geçmemiş gibi gene orada olmaktan ne yapacağımı şaşırdım. Otları mı koparsam mermeri mi silsem dayanıp bakakalıp düşünüp dursam mı bilemedim bir süre. Ne doğru dürüst temizleyebildim ne de yıkayabildim. Sıcak sanki git daha durma fena çarpacağım dercesine geri itiyordu. Gittim, geriye itip masamdan kendimi motoruma binip gittim, parkedip yukarı çıkıp üstümü çıkarıp bir sigara yakıp oturdum, kazımaya başlamadan "ne olacak bu işin sonu mu, yani demek istiyorsun ? otur bakalım" oturdum 15 dakika sürdü, bir hayli de acıdı ama bir hayli de acıması çok hoşuma gitti. Eskiden neler hoşuma gidiyordu en basitinden? Yere oturmuş Ahmet ile 4 saat 5 saat dinlediğimiz şarkılardaki gitarları keşfetmek sıcak biraları umursamadan bitirmek, vurmasa da gelmese de saatlerce dalganın üstünde oltayı tutarken şehre bakmak, annemle konuşmadan dakikalarca kucağında sırtımı kaşıtmak, çok basit şeyler hoşuma giderdi. Çok basit şeyler çok hoşuma giderdi. Şimdi herşey nefesimi tutup havuzun bi ucundan diğerine acaba gidebilir miyim diye daldığımdaki gibi. Ne suyu ne soğukluğunu ne kalan mesafeyi biliyorum, ne etrafımdaki kolları bacakları, sağıma soluma atlayanları görüyorum, gözlerim kapalı itiyorum kendimi dipten gider gibi, beynim korku dolu açacağım zaman gözelerimi "ya varamadıysam" "ya daha da gitmem gerekir ama yukarı çıkarsam ya yukarı nefessiz çıkarsam.

Dipten gözlerim kapalı gidiyorum bu günleri. Dedemin gözleri sanki neredeyse kapalı belliki ağzından bir iki kelime ile şarkıya sesleniyor, annem belki de ilk dansı ve gene hep gülmeyen yüzü daha o yaşta, dedemin elini tutmuş, dedemse şahaser tutmuş annemi, şahser dedem şahaser elleri.

Hava çok sıcak. Üstüm çıplak. Vespa'nın rüzgarını sayıklıyorum şu an. Ruhum sanki bitkiler gibi.

Wednesday, June 09, 2010

"it's just a minor thing and I'm a minor king"

Zincirlikuyu
Zühat
Aliye
Şevket
Aliş
Mine
Celal
Metin
Mübeccel
Maide
Pamuk
Armağan apartmanı
Nezihe
Muzaffer
Bostancı
Bayramoğlu
Poplin
Erenköy
Heykellibahçe
Banliyö
Vapur
Tünel
Bodrum
Amerikan
Siyami Ersek
Kalem
Alman
Kartal
Küçükyalı
Kalp
Göğüs
Nefes
Uçak
Club 33
Yakamoz
Balık
Poğoça
Murat
Refikkkkk
Peride
Chris
Cadde
Gözlük
Sallanan Sandalye
Ekmek sepeti
Düğün çiçeği
Dede
Cerrahpaşa
Koray
Perihan
Chicago
NY
Milano
Şeker
Saç
Terlik
Dönence
Ambulans
Çığlık
Rüzgar
Ayten
Ahmet
Akif
Tam Sigorta
Opera pastanesi
Kadıköy
Karaköy
Karaköy
Kadıköy
Ford Consul
Murat 124
Volkswagen
Mazda 626
Tuzla
Avşa
Sarıyer
Nil
Tuluğ
Tunç
Robert
Joy
Ian
Kaş
Mehmet
Delta
Plaj



For how much longer can I howl into this wind?
For how much longer
Can I cry like this?

A thousand wasted hours a day
Just to feel my heart for a second
A thousand hours just thrown away
Just to feel my heart for a second

For how much longer can I howl into this wind?