Sunday, February 28, 2010


o kadar inanırdım ki bir gün astronot olacağıma.

Sayfalarca siyah beyaz kağıtlara ay üzerinde gemim, gemiden inen ben, ay yürüyüşlerim.

Annemin bağırışları arasında gardrobun üstünden, havada asılı kalacağıma, bir gün elbet havada asılı kalacağıma inanarak yatağa atlamam, yatağın ara tahtalarını kırmam.

Bostancı'da UFO görmem. (Ey yukardaki sen biliyorsun ki doğruydu biliyorsun ki gördüğümüz şey gerçekti, ben gördüm, o yanan bembeyaz ışıkları söndükten sonra koşarak balkona çıkışımız annemin sarkma deyişi o yeşil o kırmızı ışıklar)

Patlayan uzay mekiğine saatlerce ağlamış, sonrası her kalkan fırlayan mekikleri ağzım açık seyredim içinde olduğumu hayal ederdim.

Her uçağa binişim mutlaka cam kenarı olmalı mutlaka buz gibi cama alnımı dayayıp uçağın içindeki ışığı yok edip uzaklarda bana göz kırpıcak gezegenlere ve cisimlere bakardım/bakarım.

Nasıl büyük bir hayal kırıklığı ki hala ve hala uzay araştırmalarının şu bilindik çok da tanıdık resmin versiyon after versiyondan başka birşey sunmaması.

Mars - bunce sene sonra paraşütle fırlatılan legolar.

Çok üzülüyorum sanki ömrüm yetmeyecek ve görmem gerekenleri göremeyeceğim.